Dur ikazına uymamak ve Anayasa


HUKUKA GÖRE / Dr. A. Bumin Doğrusöz


abumin@e-kolay.net





Vergi Usul Kanunu, çeşitli düzenlemeleri ile bir belge düzeni kurmuş ve bu belge düzenine yük ve yolcu taşıma işlerinde uyulup uyulmadığını kontrol yetkisini yoklama memurlarına vermiştir. Yoklama memurları, kanunun 127. maddesi ile nakil vasıtalarını durdurarak kontrol yetkisine sahip kılınmışlardır. Vergi Usul Kanunu'nun 353. maddesinin 10 numaralı bendinde ise Maliye Bakanlığı'nın özel işaretli görevlisinin dur ikazına rağmen durmayan aracın sahibi için idari para cezası yaptırımı öngörülmüştür. Bu ceza tutarı, 2005 yılı için 420 YTL'dir.


Ancak bu cezanın Anayasa karşısındaki konumu öğretide tartışmalara yol açmıştır. Bu konuda Anayasa'ya aykırılık düşüncesine yol açan sebepler, şu şekilde özetlenebilir: Maddede yaptırım uygulanmasında, dur ikazına rağmen durmayan aracın sürücüsünün fiili ile araç sahibi arasında bir illiyet bağı aranmamıştır. Kaldı ki araç sürücüsünün dur ikazına uymaması, mutlaka araç sahibi ile arasında vergi ziyaına yol açma konusunda bir anlaşma veya irade birliğinin varlığına da delalet etmez. Araç sürücüsü, araç sahibinin bilgisi dışında, pek farklı bir sebepten dolayı da bu ikaza uymamış olabilir. Bu durumda, araç sürücüsünün fiili yaptırımsız kalmakta, buna karşılık yaptırım -illiyet bağı veya iştirak ilişkisi dahi aranmaksızın ve kendisine yasa ile kurtuluş olanağı tanınmaksızın-, araç sahibine uygulanmaktadır. Bu durumun ise Anayasa'nın 38. maddesinde düzenlenen "cezaların kişiselliği ilkesine" aykırılığı ileri sürülmüştür.


Öte yandan 353. maddenin düzenleniş biçimi itibariyle belge düzenine aykırılıkları yaptırıma bağlayan bir madde olmasına karşılık, aracın durmadığı hallerde, belge düzenine uyulup uyulmadığı dahi kesin olarak tespit olunmadığından, yaptırım uygulanması maddenin koruduğu amaçla da çelişmektedir.


Nitekim İstanbul 5. Vergi Mahkemesi de, bu düzenlemenin Anayasa'ya aykırılığına ilişkin iddiaları ciddi bularak konuyu Anayasa Mahkemesi'ne götürmüştür. Anayasa Mahkemesi ise E. 2001/487 K.2005/2 sayı ve 6.1.2005 tarihli kararı ile itirazı reddederek söz konusu hükmün Anayasa'ya aykırı olmadığına karar vermiştir. Karar, 27 Ekim 2005 tarih ve 25979 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. Yüksek Mahkeme'nin bu kararının gerekçeleri ise aşağıdaki şekilde oluşmuştur.


"Anayasa'nın, 38. maddesinin ilk fıkrasında, "kimse kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz", üçüncü fıkrasında da, "ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur" denilerek suçun ve cezanın yasallığı esası benimsenmiş, yedinci fıkrasında ise ceza sorumluluğunun şahsi olduğu belirtilerek, herkesin kendi eyleminden sorumlu tutulacağı, başkalarının suç oluşturan eylemlerinden dolayı cezalandırılamayacağı kabul edilmiştir. İdarenin kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulayamayacağına ilişkin onbirinci fıkra ile idarenin, hürriyeti bağlayıcı ceza uygulamasına olanak tanınmamış ise de, para cezası vermesi engellenmemiştir.


Yasa koyucu, suçların niteliği, işlenme biçimi, içerik ve yoğunluğu, kamu düzenini ihlal derecesi ve cezaların caydırıcılığı gibi nedenleri gözeterek, Anayasa ve ceza hukukunun temel ilkeleri çerçevesinde, hangi eylemlerin suç sayılacağını ve bunlara verilecek cezaların tür ve miktarını saptayabileceği gibi toplumsal sonuçları bakımından doğurduğu tehlikenin ağırlığına göre, kimi eylemlere hürriyeti bağlayıcı cezalar dışında, idari yaptırımlar uygulanmasını da öngörebilir.


Anayasa'nın 73. maddesinde düzenlenen vergi ödevinin, zamanında, eksiksiz ve usulüne uygun olarak yerine getirilmesinin sağlanması için ilgili yasalarda hürriyeti bağlayıcı cezaların yanı sıra adli veya idari nitelikte para cezalarına da yer verilmiştir. Bu bağlamda, itiraz konusu kuralla, yoklamaya yetkili memurlarca usulsüzlüğün saptanması halinde idari para cezası niteliğindeki özel usulsüzlük cezasının uygulanması öngörülmüştür.


Vergilendirme, ağırlıklı olarak yükümlünün beyanına dayalı olduğundan, beyan ödevinin yerine getirilmemesini, eksik yerine getirilmesini veya gizlenmesini önlemek, vergi sisteminin verimli, etkin ve adaletli bir şekilde işlemesini sağlamaya yönelik olarak, 213 sayılı yasa ile vergiyi doğuran olayı ve buna bağlı olarak yükümlülüğü saptamak için kimi yöntemler benimsenmiştir. Bunlardan biri de yoklama amacıyla araçların durdurulmasıdır. Bu amaçla durdurulmak istenen aracın, sürücüsünün dur ikazına uymaması halinde görevli yoklama memurları tarafından saptanabilecek plakasından başka ayırt edici bir özelliğinin bulunmadığı ve plâkası ile ancak, araç sahibine ulaşılabileceği açıktır. Öte yandan aracın, çalınması, zor kullanılarak ele geçirilmesi gibi durumlar dışında, durmayan aracın sürücüsü ile sahibi arasında hiçbir bağlantının bulunmadığı da söylenemez. Kaldı ki, araç sahibi olmayan sürücünün, dur ikazına uymayarak suç işlemesi halinde, adına ceza kesilen araç sahibinin sürücüye rücû etme olanağının bulunduğu da gözardı edilemez.


Başvuru kararında, durmama eyleminin cezasının, ancak trafik cezası olabileceği ileri sürülmüş ise de, dava konusu kuralla güdülen amaç, trafik kurallarına uyulmasının değil, vergi ödevinin yerine getirilmesinin sağlanmasıdır.


Açıklanan nedenlerle, vergi kayıp ve kaçağına yol açabilecek eylemleri önlemek, verginin zamanında ve eksiksiz ödenmesini sağlamak için Maliye Bakanlığı'nın özel işaretli görevlisinin ikazına karşın, durmayan aracın sahibi adına ceza kesilmesini öngören itiraz konusu kural, Anayasa'nın 38. ve 73. maddelerine aykırı değildir."


Anayasa Mahkemesi'nin Anayasa'ya uygunluk yönünde aldığı bu kararın çok kısa olan gerekçesi, eminim ileride doktrinde de tartışma konusu olacaktır. Zira, bu kararın gerekçesinde Anayasa'ya aykırılık yönünde ileri sürülen görüşlerin tam olarak karşılandığını söylemek güçtür. Yüksek Mahkeme'nin, araç sürücüsü ile araç sahibi ile arasında bir bağlantının varlığını kabul etmesi, hizmet/taşıma gibi çeşitli sözleşmeler açısından bir hukuki ilişki olarak doğru ise de, bu husus ilişkinin suç işlemek amacı ile oluştuğuna veya taraf iradelerinin bu yönde birleştiğine bir gösterge oluşturmaz.


Kaldı ki, adına ceza kesilen araç sahibin dur ikazına uymayan sürücüye rücü hakkının varlığı, bu konuda hiçbir kusuru olmayan araç sahiplerinin uğrayacağı adaletsizliği ortadan kaldırıcı bir durum da değildir.


Kanaatimizce, Anayasa'ya aykırı uygulamalara yol açabilme olanağı bulunan hükümlerinde de, sırf bu olanağı içlerinde barındırmaları sebebiyle Anayasa'ya aykırı kabul edilmesi gerekir. Yine bize göre, söz konusu düzenleme, araç sürücüsü ile araç sahibi arasında, hazine kaybı yaratma/belge düzenini ihlal konusunda bir irade birliğinin varlığını kesin nitelikte kabul etmesi yönüyle hatalıdır. Düzenlemenin bu irade birliğini, aksi ispatlanabilir bir karine şeklinde kabul etmesi ve araç sahibine de yargı önünde kusursuzluğunu kanıtlama olanağını sağlaması gerekirdi.