Kamu varlıklarının satış işlemleri ve özelleştirme


18/10/2005 09:16:03


BİZE GÖRE / Veysi Seviğ





Ülkelerin siyasi ve ekonomik yapıları açısından bazı kurum ve kuruluşları stratejik bir özellik arzetmektedir. Piyasa ekonomisine yönelik faaliyet gösteren kurumların bu bağlamda özelleştirilmesi sırasında dikkatli davranmak zorunluluğu vardır. Bir başka açıdan faaliyetini durdurması halinde ülkeyi etkileyecek tekel konumundaki kuruluşların tümü stratejiktir.


Türkiye'de özellikle son bir yıl içersinde hızla yapılan özelleştirmelerin bu bağlamda incelenmesinde yarar vardır.


Her şeyden önce ülkemizde yapılan işlemler özelleştirme değil, satıştır. Dolayısıyla öncelikle özelleştirme kavramını kullanmak yanlıştır.


Özelleştirmede hedef, satmak ve para kazanmak değildir. Özelleştirilen kurumun yönetiminden siyasi otoriteyi daha açıkçası siyasetçiyi uzaklaştırmaktır.


Ülkemizde faaliyet gösteren ve kamunun paydaş olduğu tüm kurumların zaman içersinde zarar eder hale gelmesinde, bu kurumlara siyasi kişilikleri nedeniyle atananların yanlış karar ve uygulamaları neden olmuştur.


Ekonomik alanda faaliyet gösteren kamu kuruluşu niteliğinde olan kurumların özelleştirilmesi aşamasında onu tam bağımsız bir yönetime kavuşturmak esastır. Bu nedenle öncelikle özel hukuk kuralları çerçevesinde bu kuruluşları yeniden örgütlemek üzere hisselerini piyasa koşulları içersinde değerlendirmek mümkündür.


Ülkemizde hiçbir vakit böyle bir çalışma uzun soluklu olmamıştır.


Son zamanlarda izlenen politika ise "sat-kurtul" düşüncesine bağımlıdır.


Ülkemize bu bağlamda giren yabancı sermaye hazır ve çalışan kurumların hisselerini satın almaktadır. Bu hisselerin satışında izlenen yöntem şeffaf dahi olsa, üzerinde durulması gereken bazı sakıncaları da beraberinde getirmektedir.


Yabancı sermayenin ülkemizde fiilen bir fabrika kurması, yani işe sıfırdan başlaması yerine hazır kuruluşların satın almasında birçok neden vardır. Bu nedenlerin başında satın alınan kuruluşların daha çok stratejik özellikte olmalarıdır.


Ekonomide bazı kuruluşların tekel konumunda olması söz konusu olabilir. Bu durumda söz konusu kuruluşların yabancılaştırılması halinde izlenecek politikalar ülkenin çıkarları ile örtüşmeyebilir. Bu durumun özelleştirme kararları oluşturulurken dikkate alınması gerekmektedir.


Ülkemizde ilk özelleştirme çalışmalarından sonra, bizzat bu çalışmalarda görev alan Cornel Üniversitesi'nden "Dururi Telland" Türkiye'de çimento sanayiinin özelleştirilmesinden sonra şirketlerin tekelci konumunun giderek etkinlik kazandığı sonucuna varmıştır.


Türkiye'nin yapısı itibariyle inşaat sektörünün zaman zaman durgunluk yaşansa da devamlı hareketli olduğu gözlenmektedir. Bu alanda en çok tüketilen malzeme şüphesiz çimentodur. Bu nedenle çimento sektörüne yabancılar ilgi göstermektedir.


Son yapılan satış işleminde de "TSMF'nin 61 milyon dolarla satışa sunduğu Lalapaşa Çimento Fabrikası, 166.5 milyon dolarla en yüksek teklifi veren" bir İtalyan kuruluşuna gitmiştir.


Lalapaşa Çimento Fabrikası bir özelleştirme değildir. Aksine yerli sermayenin çalıştırdığı bir fabrikanın satış işlemidir. Ancak bu fabrikanın 1980'li yıllarda özelleştirilmeye başlanan çimento şirketleri ile bağlantılı bir yapı içersinde olması gerekirken, sonuçta bu fabrika da yabancı sermayeye hazır bir kuruluş olarak devredilmiş bulunmaktadır.


Satış işlemleri bu bağlamda çok başarılı olarak sürdürülmektedir. Ancak yapılan satışların ödeme koşulları ayrıntılı olarak açıklanmamaktadır. Özellikle yüksek bedellerle satılanlarda satış bedellerinin tahsili konusunda kamuoyu yeterli bilgiye sahip değildir.


Geçmişte Arjantin bu tür kuruluşlarının satışını yapmak suretiyle ülkesinin stratejik kurumlarını elinden çıkartmış bulunmaktadır. Bunun sıkıntılarını ise çekmiştir ve halen de çekmektedir.


Türkiye'de her gün yeni bir satış konusu gündeme gelmekte ve çeşitli yabancı sermaye gruplarının bu satış işlemlerinde ön plana çıktıkları gözlenmektedir.


Satış işlemlerinde öne çıkan isimler hakkında bilahare basına da yansıyan bilgilerin büyük bir bölümü rahatsızlık verici nitelikte olmaktadır. Bu açıdan ülkemizdeki kuruluşların satış işlemlerinde şimdiye kadar bilgi sahibi olmamanın vereceği sıkıntıyı gelecek kuşaklar yaşamak zorunda kalabilecektir.


Şimdiye kadar yapılan özelleştirme işlemlerinde Türk yatırımcılarının etkin rol almamalarının değişik nedenleri olabilir. Ancak en önemli neden kanımızca finansman yetersizliğidir. Bu konuda kendilerine yeteri destek verilmediği gibi sermayenin tabana yaygın hale bu güne kadar getirilememiş olmasının da etkisi vardır.


Bazı ülkeler özelleştirmeyi kurallarına göre yapmış olmalarına rağmen günümüzde geçmişte yapmış oldukları özelleştirmelerin bir bölümünden dolayı pişmanlık duymaktadırlar. Kaldı ki bu ülkeler özelleştirmeyi zamanında satış olarak algılamamışlar, tam anlamı ile özelleştirme olarak yapmışlardır.


Yabancı sermayenin yoğunlaştığı ekonomilerde amaç sermayenin verimliliğini artırmaktır. Bu amaç içersinde üstlenilen ülkenin siyasi çıkarları ile toplum refahının artması gibi bir düşünce yer almamaktadır.


Oysa ülkemiz gibi bölgeler arası gelişmişlik farklılığı göze batan yerlerde kamu tarafından gerçekleştirilen yatırımların mevcut eşitsizliği de gidermesi söz konusu olabilir.


Yıllar öncesinde doğu illerinde yapılan özelleştirmeler sonucunda özelleştirilen kuruluşlar bir süre sonra faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmışlar, bu nedenle söz konusu illerde göç olgusu gündeme gelmiştir.


Ülkemizde son aylarda yapılan özelleştirmelerin bir bölümü hakkında henüz açıklığa tam anlamı ile kavuşturulmamış gri alanlar mevcuttur. Bu alanlar gelecek açısından bazı kuşkuları da beraberinde getirmektedir.


Son olarak özelleştirmeden sağlanan mali olanakların nerelere ve nasıl harcanacağı konusu henüz yeteri kadar açık ve belirgin değildir. Bu durumun da ayrıca sorgulanması gerekir.