Hayatın Yorumu / Yavuz Bahadıroğlu
bahadiroglu@moralfm.com






Ah biz... Ve ah çocuklarımız!


Öncelikle aile ortamımızı "cennetten bir köşe" yapmamız lâzım; ailede sevgi, bilgi ve ilgi dengesi kurulmalı... Çocuğumuza, çocuklarımıza sabırla eğilmeliyiz. Her şeyi ile hem anne olarak, hem de baba olarak birlikte ilgilenmeliyiz.


Menfaat üzerine dönen siyaset git gide canavarlaşmış, insan yüreği ile vicdanını öğütür hale gelmiş!


Çıkar ilişkileri dostluk-komşuluk ilişkilerini kemiriyor...


Halktan kopuk medya, sosyal hayatı çürütüyor...


Sözde sanatçılar arasındaki reklam-menfaat eksenli "ikili ilişki"ler, sonuçta İlâhî aşka dönüşmüş eski temiz aşkları bile kirletecek derecede kirletiyor...


Bilim üretmesi gereken üniversiteler kavga ve ideoloji üretiyor: Geriye kalan çocuklarının mezuniyet törenine gelen şehit analarının bile üniversiteye adım atması, başlarını açma şartına endekslenip, inançlarla birlikte duygular de incitiliyor…


Üniversite sınavlarında yine başörtüsüne ilişkin dramatik görüntüler yürekleri kanatıyor…


Öte yandan aşırı heyecanlı, aşırı kitapsız, aşırı bilgisiz, aşırı kavgacı, aşırı taklitçi ve aşırı "askerci" toplumsal yapımızla her türlü kışkırtmaya açık haldeyiz...


Hepsi bu kadarla kalsa yine iyi: Para yegâne değer hâline geldi...


Ticarette amaç değişti (ticaret spekülasyon amaçlı hâle geldi)...


Hayat menfaat eksenli...


Yalan, talan, kavga, riya, gösteriş, sevgisizlik ve uzlaşmazlık üstüne sahte bir dünya kurduk.


Sahte: Çünkü geleneksel dünyamızla uzaktan yakından bir ilgisi yok.


Ama işte, bu "bizim dünyamız!..."


Dünün penceresinden bakarsanız bu dünyanın aslında "bizim" olmaması gerektiğini, ancak bugünün hayat penceresinden bakarsanız, maalesef, "bizim" olduğunu görürsünüz.


Artık ister gülün, ister ağlayın; ama çocuklarımız için kurduğumuz dünya bu!


Çocuklarımız bu dünyada doğuyor, büyüyor, okuyor, mesleğe giriyor ve "yalan dünya"mızın bir parçası olmak için hayata atılıyor.





Kötü örnek çok


Kötü örnek o kadar bol ki, anne babanın daha dikkatli, daha duyarlı, daha eğitimli olması ve işi çok sıkı tutması gerekiyor.


Devreye ilk anne girecek, çünkü çocuk ilk defa onu görmekte, onu sevmektedir. Annenin yanı sıra baba ve diğer aile bireyleri görevler üstlenecekler...


Çocuğun ilk örnekleri olan anne ve baba bilgisiz iseler, çocukla her yaş seviyesine uygun iletişim kurmada yetersiz kalacaklardır.


Bilgili, kültürlü ancak duyarsız iseler, zaten çocuğa ulaşamayacaklardır. Çünkü çocuğa ulaşmanın en iyi yolu duygu zenginliğinden geçer.


Duygu zenginliği insana bilinçli olarak çocuklaşmayı kazandırır. Çocuklaşmak ise çocuğa ulaşmayı getirir.


Bu duyguların bütünleşmesi, yüreklerinin ritminin yakalanması olayıdır. Oysa ailelerin, özellikle de anne babaların çocuklaşmaya vakitleri yok...


Çünkü toplumda neredeyse tek değer hükmü olarak algılanmaya başlanan paranın ve paraya ulaşmanın kestirme yolu olarak gözüken siyasetin dışındaki konularla kimse çok fazla ilgilenmiyor. Diğer zamanları ise televizyon tüketiyor.





En baba baba televizyon


Baba televizyon şaşkını, anne temizlik hastası!


Bu durumda çocuk kendi yalnızlığı içinde çaresiz...


Kimden destek alacak da sorunların üstesinden gelecek?


Okuldan mı?


İdeolojik, kalıpsal yapılanma eğitimin canına okumuşken, okul, ihtiyacı olanı nasıl versin çocuğa?


Eğitim sisteminde ebedî emel yok, hedef yok, amaç yok; tek kutsal kavram laiklik...


O da tarifsiz, hedefsiz, amaçsız; üstelik kırk yamalı. Hem de kavgacı ve çatışma eksenli...


Bunu aşmaya çalışan Milli Eğitim Bakanı ise dört koldan saldırıya maruz kalıyor…


Suçlular güçlü, mazlumlar suskun!


Kısacası önüne konanlar, çocuğun, hayatın labirentlerinde yol bulmasına yetmiyor.


Kimsenin elinde sihirli formüller de yok.





Dünyamız ailemizdir


Öncelikle aile ortamımızı "cennetten bir köşe" yapmamız lâzım; ailede sevgi, bilgi ve ilgi dengesi kurulmalı...


Aile içi şiddeti tümüyle yok etmeliyiz...


Çocuğumuza, çocuklarımıza sabırla eğilmeliyiz. Her şeyi ile hem anne olarak, hem de baba olarak birlikte ilgilenmeliyiz.


Ama ilgimizi de bilimsel ve duygusal bir dengede tutmalıyız...


Ne aşırı yoğun ilgi, ne de aşırı ilgisizlik; her şey kararında olmalı.


Özetin en önemli vurgusu şu: Her şeyden önce, anne ve baba birbirlerini gerçekten sevmeli, gerçekten dinlemeli ve birlikte çocuklarına zaman ayırmalılar.


Aile boyutlu öyle durumlarla karşılaşıyorum ki, içimden hâlimize ağlamak geliyor. Keşke hâlimize ağlama durumuna gelmeden, kendi iç dünyamıza yönelebilsek... Keşke eşimize, çocuklarımıza biraz daha dikkatle, biraz daha ciddi boyutta eğilebilsek.


Çoğumuz çocuklarımıza uzağız. Onlarla dostluk ve arkadaşlık kurmayı başaramıyoruz. Hatta, biz babalar, çocuklarımızla doğrudan doğruya konuşmak yerine anneleri vasıtasıyla konuşmayı tercih ediyoruz.


Baba olarak büyüğüz ya! Maşallah hepimiz birer dâhiyiz. Dünya omuzlarımızda dönüyor sanki. İşimiz de çok. Hem gündelik nafakamızı kazanıyoruz, hem de Türkiye'yi, Amerika'yı, bazen de elimiz değmişken dünyayı kurtarıyoruz! Ama çocuklarımız kayboluyor!


Çocuklarımızla sık sık konuşabilsek, zaman zaman gezmelere gidebilsek, hayatı paylaşabilsek, birlikte oynayabilsek... Sokak aralarında yanan "Nemrut ateşleri"ne dikkatlerini çekebilsek... Kitaplaşabilsek önlerinde, kitaplıklaşabilsek...





Sevmek zamanı


"Kitaplaşma" benzetmesi Amerika'nın eski başkanlarından Abraham Lincoln'a ait. Diyor ki: "Okuduğum en güzel kitap annemdir."


Ama anne-babalar okunacak hale gelmezlerse ya da kendilerini kendi içlerine kapatırlar da çocuklarının okumasına izin vermezlerse (onlarla konuşmazlarsa, gezmezlerse, oynamazlarsa) çocuklar anne babayı nasıl okuyacak?


Anne babayı, baba anneyi okuyabiliyor mu sanki? Theodere Hesburgh, "Bir babanın çocuklarına yapabileceği en büyük yardım, annelerini sevmektir" demekte haklı; ancak bu ülke annelerin dövüldüğü bir ülke hâlâ!


Sağlıklı aile, sevgi merkezli ailedir. Ancak sevgi merkezli ailelerde ruhen ve bedenen sağlıklı çocuklar yetişir. Eşler arasında doğru-düzgün iletişim yoksa, çocuklara ulaşmanın imkânı kalır mı?


Aile idare etmek çok ciddi iş. O kadar ki, meşhur Fransız düşünür Montaigne, aileyi devlete benzetiyor. Diyor ki: "Bir aile ile bir devleti yönetmek arasında büyük bir fark yoktur."


Yani koskoca Montaigne, çoğumuzun küçümsediği aile reisliğini devlet reisliği kadar önemsiyor.


Oysa bu bize yetmiyor. Biz her gün Türkiye'yi, Amerika'yı, hatta dünyayı kurtarıyoruz!


Sadece çocuklarımızı kurtaramıyoruz!


Ne büyük çelişki bu!


Ve ne büyük acı!
/ Yavuz Bahadıroğlu



Ah biz... Ve ah çocuklarımız!


Öncelikle aile ortamımızı "cennetten bir köşe" yapmamız lâzım; ailede sevgi, bilgi ve ilgi dengesi kurulmalı... Çocuğumuza, çocuklarımıza sabırla eğilmeliyiz. Her şeyi ile hem anne olarak, hem de baba olarak birlikte ilgilenmeliyiz.


Menfaat üzerine dönen siyaset git gide canavarlaşmış, insan yüreği ile vicdanını öğütür hale gelmiş!


Çıkar ilişkileri dostluk-komşuluk ilişkilerini kemiriyor...


Halktan kopuk medya, sosyal hayatı çürütüyor...


Sözde sanatçılar arasındaki reklam-menfaat eksenli "ikili ilişki"ler, sonuçta İlâhî aşka dönüşmüş eski temiz aşkları bile kirletecek derecede kirletiyor...


Bilim üretmesi gereken üniversiteler kavga ve ideoloji üretiyor: Geriye kalan çocuklarının mezuniyet törenine gelen şehit analarının bile üniversiteye adım atması, başlarını açma şartına endekslenip, inançlarla birlikte duygular de incitiliyor…


Üniversite sınavlarında yine başörtüsüne ilişkin dramatik görüntüler yürekleri kanatıyor…


Öte yandan aşırı heyecanlı, aşırı kitapsız, aşırı bilgisiz, aşırı kavgacı, aşırı taklitçi ve aşırı "askerci" toplumsal yapımızla her türlü kışkırtmaya açık haldeyiz...


Hepsi bu kadarla kalsa yine iyi: Para yegâne değer hâline geldi...


Ticarette amaç değişti (ticaret spekülasyon amaçlı hâle geldi)...


Hayat menfaat eksenli...


Yalan, talan, kavga, riya, gösteriş, sevgisizlik ve uzlaşmazlık üstüne sahte bir dünya kurduk.


Sahte: Çünkü geleneksel dünyamızla uzaktan yakından bir ilgisi yok.


Ama işte, bu "bizim dünyamız!..."


Dünün penceresinden bakarsanız bu dünyanın aslında "bizim" olmaması gerektiğini, ancak bugünün hayat penceresinden bakarsanız, maalesef, "bizim" olduğunu görürsünüz.


Artık ister gülün, ister ağlayın; ama çocuklarımız için kurduğumuz dünya bu!


Çocuklarımız bu dünyada doğuyor, büyüyor, okuyor, mesleğe giriyor ve "yalan dünya"mızın bir parçası olmak için hayata atılıyor.





Kötü örnek çok


Kötü örnek o kadar bol ki, anne babanın daha dikkatli, daha duyarlı, daha eğitimli olması ve işi çok sıkı tutması gerekiyor.


Devreye ilk anne girecek, çünkü çocuk ilk defa onu görmekte, onu sevmektedir. Annenin yanı sıra baba ve diğer aile bireyleri görevler üstlenecekler...


Çocuğun ilk örnekleri olan anne ve baba bilgisiz iseler, çocukla her yaş seviyesine uygun iletişim kurmada yetersiz kalacaklardır.


Bilgili, kültürlü ancak duyarsız iseler, zaten çocuğa ulaşamayacaklardır. Çünkü çocuğa ulaşmanın en iyi yolu duygu zenginliğinden geçer.


Duygu zenginliği insana bilinçli olarak çocuklaşmayı kazandırır. Çocuklaşmak ise çocuğa ulaşmayı getirir.


Bu duyguların bütünleşmesi, yüreklerinin ritminin yakalanması olayıdır. Oysa ailelerin, özellikle de anne babaların çocuklaşmaya vakitleri yok...


Çünkü toplumda neredeyse tek değer hükmü olarak algılanmaya başlanan paranın ve paraya ulaşmanın kestirme yolu olarak gözüken siyasetin dışındaki konularla kimse çok fazla ilgilenmiyor. Diğer zamanları ise televizyon tüketiyor.





En baba baba televizyon


Baba televizyon şaşkını, anne temizlik hastası!


Bu durumda çocuk kendi yalnızlığı içinde çaresiz...


Kimden destek alacak da sorunların üstesinden gelecek?


Okuldan mı?


İdeolojik, kalıpsal yapılanma eğitimin canına okumuşken, okul, ihtiyacı olanı nasıl versin çocuğa?


Eğitim sisteminde ebedî emel yok, hedef yok, amaç yok; tek kutsal kavram laiklik...


O da tarifsiz, hedefsiz, amaçsız; üstelik kırk yamalı. Hem de kavgacı ve çatışma eksenli...


Bunu aşmaya çalışan Milli Eğitim Bakanı ise dört koldan saldırıya maruz kalıyor…


Suçlular güçlü, mazlumlar suskun!


Kısacası önüne konanlar, çocuğun, hayatın labirentlerinde yol bulmasına yetmiyor.


Kimsenin elinde sihirli formüller de yok.





Dünyamız ailemizdir


Öncelikle aile ortamımızı "cennetten bir köşe" yapmamız lâzım; ailede sevgi, bilgi ve ilgi dengesi kurulmalı...


Aile içi şiddeti tümüyle yok etmeliyiz...


Çocuğumuza, çocuklarımıza sabırla eğilmeliyiz. Her şeyi ile hem anne olarak, hem de baba olarak birlikte ilgilenmeliyiz.


Ama ilgimizi de bilimsel ve duygusal bir dengede tutmalıyız...


Ne aşırı yoğun ilgi, ne de aşırı ilgisizlik; her şey kararında olmalı.


Özetin en önemli vurgusu şu: Her şeyden önce, anne ve baba birbirlerini gerçekten sevmeli, gerçekten dinlemeli ve birlikte çocuklarına zaman ayırmalılar.


Aile boyutlu öyle durumlarla karşılaşıyorum ki, içimden hâlimize ağlamak geliyor. Keşke hâlimize ağlama durumuna gelmeden, kendi iç dünyamıza yönelebilsek... Keşke eşimize, çocuklarımıza biraz daha dikkatle, biraz daha ciddi boyutta eğilebilsek.


Çoğumuz çocuklarımıza uzağız. Onlarla dostluk ve arkadaşlık kurmayı başaramıyoruz. Hatta, biz babalar, çocuklarımızla doğrudan doğruya konuşmak yerine anneleri vasıtasıyla konuşmayı tercih ediyoruz.


Baba olarak büyüğüz ya! Maşallah hepimiz birer dâhiyiz. Dünya omuzlarımızda dönüyor sanki. İşimiz de çok. Hem gündelik nafakamızı kazanıyoruz, hem de Türkiye'yi, Amerika'yı, bazen de elimiz değmişken dünyayı kurtarıyoruz! Ama çocuklarımız kayboluyor!


Çocuklarımızla sık sık konuşabilsek, zaman zaman gezmelere gidebilsek, hayatı paylaşabilsek, birlikte oynayabilsek... Sokak aralarında yanan "Nemrut ateşleri"ne dikkatlerini çekebilsek... Kitaplaşabilsek önlerinde, kitaplıklaşabilsek...





Sevmek zamanı


"Kitaplaşma" benzetmesi Amerika'nın eski başkanlarından Abraham Lincoln'a ait. Diyor ki: "Okuduğum en güzel kitap annemdir."


Ama anne-babalar okunacak hale gelmezlerse ya da kendilerini kendi içlerine kapatırlar da çocuklarının okumasına izin vermezlerse (onlarla konuşmazlarsa, gezmezlerse, oynamazlarsa) çocuklar anne babayı nasıl okuyacak?


Anne babayı, baba anneyi okuyabiliyor mu sanki? Theodere Hesburgh, "Bir babanın çocuklarına yapabileceği en büyük yardım, annelerini sevmektir" demekte haklı; ancak bu ülke annelerin dövüldüğü bir ülke hâlâ!


Sağlıklı aile, sevgi merkezli ailedir. Ancak sevgi merkezli ailelerde ruhen ve bedenen sağlıklı çocuklar yetişir. Eşler arasında doğru-düzgün iletişim yoksa, çocuklara ulaşmanın imkânı kalır mı?


Aile idare etmek çok ciddi iş. O kadar ki, meşhur Fransız düşünür Montaigne, aileyi devlete benzetiyor. Diyor ki: "Bir aile ile bir devleti yönetmek arasında büyük bir fark yoktur."


Yani koskoca Montaigne, çoğumuzun küçümsediği aile reisliğini devlet reisliği kadar önemsiyor.


Oysa bu bize yetmiyor. Biz her gün Türkiye'yi, Amerika'yı, hatta dünyayı kurtarıyoruz!


Sadece çocuklarımızı kurtaramıyoruz!


Ne büyük çelişki bu!


Ve ne büyük acı!