Gelir vergisi açısından icra tazminatı






<TABLE cellSpacing=0 cellPadding=0>
<T>
<TR>
<TD =date vAlign=top>06/10/2005 08:08:55</TD></TR></T></TABLE>


HUKUKA GÖRE / Dr. A. Bumin Doğrusöz


abumin@e-kolay.net





Yaptıkları ilamsız icra takiplerinde borçlunun süresinde imzaya veya borca itiraz etmesi durumunda alacaklılar, bir yıl içerisinde mahkemelere itirazın iptali için veya altı ay içinde icra mahkemelerinde itirazın kaldırılması için dava açabilirler. Bu davaların hangi hallerde ve nasıl açılacağına ilişkin konular, davaların sonuçları gibi hususlar İcra İflas Kanunu'nda düzenlenmiştir. itirazın iptali davasında mahkeme, takibin geçerli bir icra takibine dayanması, alacağın borçlu için belli veya belirlenebilir nitelikte bulunması ve nihayet borçlunun itirazında haksız çıkması halinde, borçluyu, borcun en az yüzde kırkı oranında bir tazminatı ödemeye mahkûm eder. Aynı şekilde, alacaklının takibinde haksız ve kötü niyetli görülmesi halinde, bu defa o tazminata mahkûm edilir. Uygulamada "icra tazminatı" veya "icra inkâr tazminatı" olarak adlandırılan bu tazminata hükmedilmesi, diğer tarafın talebine bağlıdır.


Bu yazımızda, bu tazminatı elde eden alacaklının bu yolla sağladığı gelirin, Gelir Vergisi Kanunu karşısındaki durumunu irdelemek istiyoruz. Burada irdeleyeceğimiz, icra takibine ve dolayısıyla tazminatın doğumuna yol açan alacağın, kişilerin menkul sermaye iradı veya gayrimenkul sermaye iradı niteliğindeki alacaklarından olması durumudur. Zira böyle bir durumda Gelir İdaresi, söz konusu tazminatı da, bir tür alacak faizi niteliğinde görmekte ve alacak faizlerinin Gelir Vergisi Kanunu'nun 75. maddesinde menkul sermaye iradı olarak kabul edildiği gerekçesi ile vergilendirilmesi gerektiği görüşünü savunmaktadır. (Örneğin Gelirler Genel Müdürlüğü'nün 31.3.2004 tarih ve 13284 sayılı özelgesi)


Bu görüşün doğruluğunu tartışmadan önce, icra inkâr tazminatının hukuki niteliği üzerinde biraz daha durmak istiyoruz. Bu tazminat, alacağa bağlı bir fer'i nitelikte alacak değildir. Sadece borçlunun borca haksız itirazı dolayısıyla hâkim tarafından hükmedilen bir tazminattır. Bu tazminata hükmedilebilmesi için borçlunun itirazında haksız çıkması yeterli olup, alacaklının ayrıca zarar görmüş olması şart değildir. Hatta borçlu, alacaklının zarar görmediğini veya daha az zarar gördüğünü ileri sürerek yüzde kırkın altında bir tazminata hükmedilmesini dahi talep edemez.


Kanunun alt sınırını alacağın yüzde kırkı olarak belirlemekle birlikte, üst sınırını yargıcın takdirine bıraktığı icra inkâr tazminatı, Borçlar Kanunu anlamında bir tazminat olmayıp, aleyhinde icra takibi yapılan borçlunun haksız ve kötü niyetli olarak yapılan icra takibine itiraz etmesiyle takibin durmasına sebep olması dolayısıyla, alacaklının alacağına kavuşmasına engel olan borçluya karşı konulmuş bir yaptırımdır.


Anlam ve kapsamını yukarıda açıkladığımız icra tazminatının alacak faizi olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği konusunda, Gelir Vergisi Kanunu'nun 75. maddesinde menkul sermaye iradı olarak nitelenen alacak faizinin anlam ve kapsamının da belirlenmesi gerekmektedir.


Bu belirleme en iyi, Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü'nün 1 sayılı yayını olan "Gelir Vergisi Kanunu ve izahları" adlı kitapta (Ankara 1949 sh: 292-293) şu şekilde yapılmıştır.


"Gelir Vergisi Kanunu'nda, faizleri vergiye tabi bulunan alacakların umumi bir tarifi yapılmamıştır. Bilindiği gibi borçlar hukukunda alacak, "bir kimsenin diğer birini ya halen veya ileride bir şey yapmaya veya yapmamaya veya kendisine bir şey vermeye icbar eyleme hakkı" olarak tarif edilir. Gelir vergisi bakımından faizleri vergiye tabi bulunan alacaklar, Borçlar Kanunumuz'un 306'ncı ve müteakip maddelerindeki esaslara göre yapılan ödünç sözleşmesinden doğan alacaklardır. Bu sözleşmede ödünç para veren, ödünç alandan yani alacaklısından ifa ettiği hizmet mukabilinde faiz şeklinde bir ücret alabilir. Bu suretle, ticari muameleler dışında, faiz almak için şahsi servet mahiyetindeki paranın başkalarına ödünç verilmesi, gelir vergisi bakımından menkul sermaye sayıldığından; mukabilinde alınan faizler de bu sermayenin iradı olarak vergiye tabi tutulmaktadır.


Bilindiği gibi alacak faizleri, ikraz edilen paranın, borçlusunda kaldığı müddete ait olmak üzere, tespit edilen kirası veya ivazı olarak tarif edilir. Binaenaleyh, ödünç verilen paranın, yani nakdi sermayenin bir fer'i olup esas alacağın ifa veya her hangi bir sebeple sona ermesi doğal olarak faiz alacağını sona erdirir.


Ödünç sözleşmesinde ödünç alınan borçlusuna vermeği kabul ettiği faiz, esas itibariyle mukavele ile tayin ve tespit edilir. Mukavele ile tayin edilen müddet içerisinde borçlunun borcunu ödeyememesi halinde, temerrüt yani gecikme faizi şeklinde alacaklıya ödenen faizlerin, alacak faizi olarak vergi mevzuuna gireceği tabiidir. Mukavelede faiz yürütüleceği açık olarak tasrih edilmeyen alacaklılar mukabilinde ayrıca faiz talep edilmesine imkan yoktur."


Nitekim Danıştay'ın konuya ilişkin kararları da bu yöndedir. Örneğin Danıştay 3. Dairesi E.1998/1041, K.1989/517 sayı ve 28.02.1989 tarihli kararında, "Gelir Vergisi Yasası'nda (md.75/6) gösterilen faizlerin menkul sermaye iradı sayılabilmesi için tarafların rızası ile karşılıklı olarak yaptıkları anlaşma sonucu meydana gelen bir alacaktan kaynaklanmış olması gerekir. Bu nedenle kamulaştırma bedelinin bir bölümünün geç ödenmesi üzerine mahkeme kararıyla hükmolunan faizin menkul sermaye iradı sayılmayacağının kabulünde zorunluluk vardır" şeklinde hüküm tesis etmiştir. Danıştay 3. Dairesi'nin E.2003/1552, K.2004/2721 sayı ve 28.10.2004 tarihli kararı da aynı yöndedir.


Bu nedenlerle, taraflar arasında yapılmış bir sözleşmeye dayanmayan, haksız ve kötüniyetli tarafa bir yaptırım olarak mahkemece uygulanan icra tazminatının, sırf bir alacağın takibi aşamaları sırasında doğmuş olmasından hareketle, "alacak faizi" vasfının yüklenmesi mümkün değildir.


Nitekim Danıştay 3. Dairesi E.1993/2326, K.1994/2069 sayı ve 16.6.1994 tarihli kararında "borç olarak verilen paranın vadesinde ödenmemesi nedeniyle mahkeme kararına dayanılarak tahsil olunan icra inkar tazminatı ve mahkeme masraflarının faiz olarak kabul edilemeyeceğinden bahisle" bunlarla ilgili tarhiyatı kaldıran yerel mahkeme kararını onamıştır.