<B style="mso-bidi-font-weight: normal">DÜNYA<?:NAMESPACE PREFIX = O /><O:P> </O:P>[/B]
<B style="mso-bidi-font-weight: normal">25.08.2005, PERŞEMBE<O:P> </O:P>[/B]
<TABLE =Ms&#111;normalTable style="WIDTH: 100%; mso-cellspacing: 2.2pt; mso-padding-alt: 0cm 0cm 0cm 0cm" cellSpacing=3 cellPadding=0 width="100%">
<T>
<TR style="mso-yfti-irow: 0; mso-yfti-firstrow: yes">
<TD style="PADDING-RIGHT: 2.25pt; PADDING-LEFT: 2.25pt; PADDING-BOTTOM: 7.5pt; PADDING-TOP: 7.5pt">
İhbarname ekinde raporun da tebliği gerekmez mi? -(2)<O:P> </O:P></TD></TR>
<TR style="mso-yfti-irow: 1; mso-yfti-lastrow: yes">
<TD style="PADDING-RIGHT: 2.25pt; PADDING-LEFT: 2.25pt; PADDING-BOTTOM: 0.75pt; PADDING-TOP: 0.75pt" colSpan=2>

<B style="mso-bidi-font-weight: normal">Dr. A. Bumin Doğrusöz <O:P></O:P>[/B]


Geçen yazımızda, vergi/ceza ihbarnamelerinin dayanağını oluşturan takdir komisyonu kararının veya inceleme raporunun da, ihbarname ile birlikte mükellefe tebliğ zorunluluğundan söz etmiş, eksik tebliğin Danıştay'ın yerleşik içtihadına göre ihbarnameyi hükümsüz kılacağından söz etmiştik. <O:P></O:P>


Bu konuyu ele almamızın sebebi, gazetemizin yazarlarından ve Hocam Veysi Seviğ'in 3 Ağustos günlü köşesinde yayınladığı bir Danıştay kararı. Danıştay 7. Dairesi'nin E.2001/1844 K.2004/555 sayı ve 2.3.2004 tarihli bu kararında, "Vergi-ceza ihbarnamesine inceleme raporunun eklenmemesinin, mükellef dava açtığına göre hak arama yollarına başvurmasını engellemediği, inceleme elemanının tutanağın bir örneğini mükellefe vermesiyle mükellefin zaten hakkındaki işlemin sebebini öğrendiği, mahkemece inceleme raporunun bir örneğinin cevap dilekçesi ekinde mükellefe (davacıya) zaten tebliğ edildiği, böylece davacının kendini savunmak olanağına kavuştuğu" gerekçeleri ile "vergi-ceza ihbarnamesine inceleme raporunun eklenmemesi sebebiyle ihbarnamenin hükümsüz olduğuna" hükmeden vergi mahkemesi kararını oy çokluğu ile bozmuştur. <O:P></O:P>


Muhterem Daire'nin katılma olanağını bulamadığımız bu kararı ilginçtir. Kanımca karar tarihinde artık alacak zaman aşımına uğramış olacağından ve idarenin yeniden ihbarname çıkartma olanağı olamayacağından, alacağı, zaman aşımından kurtarma çabası ile Hazine yararına oluşmuştur. Yargının burada, tebliğdeki hükümsüzlüğü tespit edip, ona göre karar oluşturması gerekirken, aktardığımız gerekçelerle karar verilmesi, bizce hatalıdır. <O:P></O:P>


Daire çoğunluk görüşünde benimsenen, "tebliğ usulsüz de olsa, hiç olmazsa dava tarihinde mükellef böyle bir işlemden haberdar olduğuna göre dava açma hakkının varlığı kabul edilerek buna göre davanın esasının görülmesi gerekir" şeklindeki görüş idari dava dairelerince "idarenin işleminin tebliğden önce öğrenilmesi veya tebliğ olmayan icrai işlemlerin varlığını haricen öğrenilmesi durumlarında" kişilere yargıya başvuru hakkı ve olanağı sağlamak için oluşturulmuş ve doktrince de desteklenen görüştür. Örneğin, kendisine herhangi bir bildirim yapılmadığı halde, gayrimenkulünün tapu kaydına haciz şerhinin işlenildiğinin öğrenilmesi veya pasaportunun süresinin uzatılması için yapılan başvuru hakkında yurtdışı çıkış yasağı konulduğunun öğrenilmesi halinde olduğu gibi. Bu yaklaşım usulsüz tebliği, "konunun mükellefin ıttılaına girdiği" gerekçesi ile usulüne uygun hale getirmez. Zira burada söz konusu olan, "tarh işleminin hüküm ifade edebilmesi için gerekli olan tebliğ" aşamasının hukuken sakat oluşudur. <O:P></O:P>


Öte yandan tutanağın mükellefe tebliği ile inceleme raporunun tebliği farklıdır. Zira tutanak, sadece tespiti içerir. Oysa inceleme raporu, idarenin yorumunu görüşlerini dayanaklarını (özelgeleri, genel tebliğleri, yasa maddelerini) ve delillerini içerir. <O:P></O:P>


Yargı kararlarının, her ne kadar kişiye ve olaya özgü olsa da (subjektif nitelik), ilkeleri içermesi gerekir. Şimdi bu olayı kurgulayalım. İnşaat işi ile uğraşan bir mükellef hakkında, amortismanlarını ve daire satış fiyatlarını tespit eden bir tutanaktan sonra inceleme elemanı satılan 50 daireden 20 alıcının ifadesine ve bazı demirbaşların vasıflarının yanlış nitelendirildiği ve amortismanın hatalı oranla hesaplandığı iddialarını içeren bir rapor hazırladığını düşünelim. Böyle bir olayda, tutanağa bakılarak raporun içeriğini bilmek ve hatta tahmin etmek bile mümkün değildir. <O:P></O:P>


Hele, Seviğ Hoca'nın da benimsediği, "mahkemece inceleme raporunun bir örneğinin cevap dilekçesi ekinde mükellefe (davacıya) zaten tebliğ edildiği, böylece davacının kendini savunmak olanağına kavuştuğu" gerekçesine hiç katılamıyoruz. Zira, kişinin idari işlemin sebep ve gerekçelerini, idarenin yorum ve delillerini bilmesi ve haklarını ona göre kullanması, ona bu olanağın sağlanması, kanaatimce bir temel hak niteliğindedir. Mükellef, indirim isteme veya uzlaşmaya müracaat yahut yargısal haklarını kullanma tercihlerini, işlemin sebebine, dayanak ve delillerine göre kullanacaktır. Davalı İdare'nin cevap dilekçesi ekinde raporu okuyan, idarenin dayanaklarını gören mükellef, "bu dava olumsuz sonuçlanabilir, uzlaşmaya müracaat etmek daha yerinde olur" düşüncesine artık sahip olamaz. burada mükellefin tercihte bulunma hakkı, telafisi imkansız şekilde kaybolmaktadır. <O:P></O:P>


Öte yandan yargılamada "silahların eşitliği ilkesi", tarafların birbirleri karşısında önemli bir dezavantaj içine girmeyecek şekilde davaya ilişkin bilgi ve belgelere ulaşmak açısından eşit imkanlara sahip olmasını içerir. Bu ilke açısından önemli olan taraflardan birinin diğerine karşı avantaj sağlamamasıdır. Oysa böyle bir durumda davayı açan mükellef, olay, yorum ve deliller hakkında bilgisiz olarak davasını açacak, buna karşılık idare cevap dilekçesini bulanlara sahip olmanın avantaj ve üstünlüğü ile hazırlayacaktır. Bu durumda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11 no'lu protokolle değişik 6. maddesinde yazılı "adil yargılanma hakkı" da kanaatimizce ihlal edilmiş olacaktır. <O:P></O:P>


Umarım konuya ilişkin ve geçen hafta örneklerini aktardığımız ve "ihbarnamenin ekinde dayanağı takdir komisyonu kararı veya inceleme raporunun tebliğ edilmemesinin ihbarnameyi hükümsüz kılacağı" yönündeki yerleşik içtihat değişmez. </TD></TR></T></TABLE>