Arkadaşlar orta büyüklükte (cirosu 5.000.000 tl ve üzeri)defteri olan arkadaşları bekleyen yeni tehlikelerden birisi de bu şirketlerin yabancı şirketlere satılması veya ortak alınması sebebiyle yabancı meslek mensuplarının devreye girmesi olacaktır. Özellikle borç kıskacındaki bu şirketleri ve bu şirketlerde çalışanları tabi ki de bizleri zor günler bekliyor. Aşağıdaki yazı bu durumu özetliyor.
Bu yazı bilgeyatirimci.com sitesinden alınmıştır.

<DIV ="esbBlog">
TÜRK FİRMALARININ KESKİN VİRAJI


23 Eylül 2009 Çarşamba
Son yaşanan kriz ve Türk firmalarının bunun öncesinde adım adım borca batması, global soygun ile birleşince içinden çıkılmaz bir hal aldı.

Özellikle ihraç pazarlarındaki daralma, son dönemde atılım yapan ve bu atılıma paralel borçlanma yoluna giden KOBİ’leri köşeye sıkıştırdı. 2009 yılının başında, yani krizin etkilerinin sertleşmeye başladığı süreçte, İngiltere’de bir firmanın girişimi oldu.

Bu firma Türk firmaları ile İngiliz firmalarını evlendirmek için buluşturuyordu. Ortaklık yapısına baktığınızda yüzde 50-50 hisselere karşın, şirketin başına İngiliz Genel Müdür öngörülüyordu.

O dönemde medyaya bu haber, ‘Türk firmaları evlilik için kuyrukta’ şeklinde yansıtıldı. Ama herkesin atladığı bir unsur vardı. Bu evliliği yapmak için 5 milyon dolarlık ciro şartı aranıyordu.

Bu ciroya sahip şirketlerinin Türkiye’deki ihracatçı KOBİ’ler olduğu açık. Şimdi bu hususta bir gelişme daha oldu. Ekim ayı içerisinde şirket satınalmalarında uzman 50 fonun yöneticisi, İstanbul’da buluşacak.40 milyar doları yöneten bu fonlar, müşterileri için Türkiye’de fırsatları değerlendirecekler.

Ne gariptir ki, aynı süreçte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, yabancıların çalışma izniyle ilgili 7-8 ayda sonuçlanan başvuruları, 1 ayda yanıtlamak için gereken çalışmayı yapmaya başladı. Bürokrasiyi azaltmak iyi, ama fotoğrafı doğru okumak gerekir.

Zira hizmet konusunda yurtdışı firmaların elini güçlendiren GATS (The General Agreement on Trade in Services) Hizmet Ticareti Genel Anlaşması var. Karşılıklılık esasına dayansa da pratikte Türk mimarının, mali müşavirinin DTÖ üyesi ülkelerde iş bulma olanakları malum.

Yabancı bir şirketin kendi personelini getirme olanağı kazandığı bu anlaşmayla durum daha da fazla netlik kazanıyor. Daha da Türkçesi, piyasa yabancılaştıkça, çalışanların da yabancılaşma olanağı doğuyor.

Şimdi tüm bunları alt alta koyduğunuzda Türk firmalarının ve çalışanlarının girdiği keskin virajı daha iyi anlayabiliyoruz.

Bazıları diyecek ki: ‘Ne güzel, şirketlerimiz uluslararası boyut kazanıyor ve yabancı ortak sahibi olarak, dünya pazarlarına açılıyor.’

Niyet olarak güzel, ama işleyiş olarak aynı sonucu vermiyor. Keza 2001 senesindeki krizde de bunun lokal bir düzeyi yaşandı. Sıkışan Türk şirketleri yabancı ortaklıklara gittiler. Süreçte birkaç yıllık sermaye artırımı neticesinde, yabancı hissedar, hakim ortak haline geliyor ve nihayetinde geriye kalan yüzde 10’luk hisseyi de yok pahasına satın alıyor.

Böylece 72 milyonluk bir pazara minimum riskle ve pazar hakimiyetiyle girerken, pazara girişte karşılaşacağı önemli bir rakibini de ortadan kaldırıyor. Şimdi aynı tehlike ile tekrar karşı karşıyayız.

Türk şirketleri büyük ölçüde dışa borçlu… Toplam borcun ödemeler öncesinde 140 milyar doları bulduğu, resmi açıklamalarla dile getirildi. Elbette bunda kriz öncesinde bankaların içeride uyguladığı yüksek faiz oranlarına karşılık, yurtdışında sunulan cazip kredi olanaklarının etkisi de büyük.

Fakat bugün gelinen noktada gerçek olan borçlu, ihracat kaybı nedeniyle likidite sıkıntısı içinde olan ve iç piyasasını çoktan ithal ürünlere kaptıran orta çaplı KOBİ’ler, pazar paylarıyla birlikte en önemli evlilik adayı konumunda.

Bu şirketlerimizi yok pahasına kaybetme riski ile karşı karşıyayız. Üstelik tehlike burada da bitmiyor. Türk firmalarını kaybetmemizin akabinde GATS’a dayanarak, bu ülkeden çalışmak için personel getirilme hakkı da bulunuyor. Yani firmalar da, çalışanlar da, Türk ekonomisi de ciddi bir açmaz içinde. Peki ya kamu maliyesi?

O da bundan nasibini alacak. Zira bu şirketlerin büyük oranda kâr transferi gerçekleştirerek, vergi ödemekten de imtina ettikleri ve bunu bir yöntem olarak kullandıkları biliniyor. Üstelik kimse bize bunları yabancı yatırım diye yutturmaya kalkmasın. Çünkü sıfırdan yapılan bir yatırım yok, şirket satın alıyorlar. Yani özelleştirme için gelen yabancı kuruluşlardan hiçbir farkları yok.

Bu süreçte teşvikler verilirken, bu tarz KOBİ’lere özel hassasiyet gösterilmesi gerekiyor. Ortaklık yapacaklarsa dahi, mali durumlarını düzelterek, masaya eşit mali şartlarda oturması temin edilmelidir. Aksi takdirde patronlar firmalarını, çalışanlar işlerini, devlet de vergisini kaybedecek.

Daha net bir ifadeyle kendi ülkemizde, kendi firmalarımızın çalışanı olmak için bile yalvarır duruma geleceğiz. Benden söylemesi…

cetinunsalan@yahoo.com