Sözleşme , genellikle birbirinden farklı menfaat ve amaçlarla hareket eden kişiler arasında hukuki bir sonuç doğurmak ve özellikle bir borç ilişkisi kurmak , mevcut bir borçta değişiklik yapmak , ya da onu büsbütün ortadan kaldırmak için yapılan bir anlaşmadır <SUP>(5)</SUP> . Bir başka tanıma göre ise akit , akit yapma ehliyetine haiz iki veya daha ziyade kişinin , bir hukuki netice doğurması amacıyla , karşılıklı surette açıkladıkları iradelerin muayyen ve muteber bir konu üzerinde uyuşması ile meydana gelen , borç doğurucu , iki taraflı hukuki muamelelerdendir <SUP>(6)</SUP> . Bu iki tanımdan yola çıkarak sözleşmenin muhtevasında çeşitli unsurların bulunduğu kanaatine varabiliriz. Bu unsurlar öncelikle sözleşme yapma ehliyetine sahip birden ziyade kişi , kişilerin hukuki bir sonuca yönelme iradeleri ve irade açıklamaları son olarak da karşılıklı üzerinde uyuşulan bir sözleşme mevzusu yani edimdir . Şekil şartına gelince , modern hukuklarda yavaş yavaş sözleşmelerde şeklin aranması ortadan kalkmaya başlamıştır . Kanunlarda belirtilen bazı sözleşmeler dışında , artık esas olan şekil serbestisidir. Kanun aksine hükmetmiş değil ise kişiler diledikleri gibi sözleşme kurabilirler . Tabi burada mevzu bahis olan sözleşmenin şekilsiz olduğu değil , şeklini tarafların belirlemesidir . Yoksa sözleşme şekilsiz olamaz . Borçlar Kanunumuzun 1. maddesi sözleşmenin kurulmasını yani in’ikadını düzenlemektedir :<?: prefix = o ns = "urn:schemas-microsoft-comfficeffice" />
“B.K.mad.1 : İki taraf karşılıklı ve birbirine uygun surette rızalarının beyan ettikleri takdirde akit tamam olur.
Rızanın beyanı sarih olabileceği gibi zımni dahi olabilir
Borçlar Kanunu’nun bu bir numaralı maddesine göre sözleşmenin kuruluşu tarafların iradelerini , rıza beyanlarını karşılıklı ve birbirlerine uygun olarak gerçekleştirmelerine bağlıdır . Bu irade beyanları kanuna uygun olarak gerçekleşince sözleşme meydana gelir. Rıza beyanını gerçekleştirmek için kaideten söz ve yazı kullanılır . Bu sebepten ötürü kanundaki “rıza beyanı” yerine “irade ızharı” kullanılmış olsaydı daha yerinde olurdu çünkü her irade beyanı bir irade ızharıdır , fakat her irade ızharı bir irade beyanı değildir . Gerçekten de bir iradeyi açığa vurmak üzere yapılan bir hareket (mesela el kaldırma) bir irade ızharıdır fakat irade beyanı değildir <SUP>(7)</SUP> . İrade beyanı hakkında bu bilgiyi verdikten sonra kısaca akdin meydana geliş şartları üzerinde durmak gerekir . Akdin in’ikadı için üç şartın varlığı öne sürülür <SUP>(8)</SUP><SUP> </SUP>.Bunlar : İradenin açığa vurulması , İradelerin açığa vurulmasının karşılıklı olması , açığa vurulan iradelerin birbirine uygun olmasıdır . İradenin açığa vurulması üzerinde aşağıda tekrar durulacaktır . Kısaca belirtmek gerekirse irade açıklaması dış aleme karşı bir bildirme , bir kimsenin açığa vurmak kastında bulunduğu manası çıkarılabilen bir harekettir <SUP>(9)</SUP> . İradelerin karşılıklı olması ve birbirine uygun olmasından maksat ise akit yapılırken en az iki tarafın bulunması ve bu iki tarafın “birbirlerine uygun surette” –en azından- akdin esaslı noktaları üzerinde anlaşılmış sayılacak mahiyette iradelerini ızhar etmeleridir <SUP>(10)</SUP> . Borçlar Kanunu 1.mad. 2.fıkrasında sözü geçen irade beyanının sarih ya da zımni olabileceği hükmü de irade izharının niteliğinden ileri gelir . Şayet irade izharı hiçbir tereddüte yer vermeyecek kelime ve tabirlerin kullanılması ile yapılıyorsa sarih irade ızharından söz edilir. İradenin hal ve vaziyetten anlaşılan ızharına ise “zımni irade ızharı” denir <SUP>(11)</SUP> . Şu ana kadarki açıklamaları kısaca toplarlamak ve özetlemek gerekirse denilebilir ki Borçlar Kanunumuza göre sözleşme , farklı menfaat ve amaçları güden en az iki tarafın bir hukuki netice doğurmak amacıyla , istisnaları saklı kalmak kaydıyla kanunen herhangi bir şekle bağlı kalmadan , en azından akdin mevzusunu oluşturacak esaslı noktalar üzerinde uyuşmuş olan sarih ya da zımni irade ızharlarını birbirlerine yöneltmeleriyle oluşur.