<CENTER>DANIŞTAY KARARI

DANIŞTAY
</CENTER>


Danıştay Vergi Dava
Daireleri
Karar Tarihi : 18.10.2006
Esas No : 2006/87
Karar No : 2006/287
Konusu : Yersiz tahsil edilen taşıt alım vergisinin 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesi uyarınca faiziyle iadesi gerektiği Hk.
Davanın Özeti:
Davacı kurum tarafından, finansal kiralama yoluyla ithal edilen uçak dolayısıyla taşıt alım vergisi tahsil edilmesi yolunda tesis edilen işlemin iptali ve ihtirazi kayıtla ödenen tutarın tahsil tarihinden itibaren yasal faiziyle iadesi istemiyle dava açılmıştır. ...... 9. Vergi Mahkemesi 6.11.2000 günlü ve E: 2000/734, K: 2000/1719 sayılı Kararıyla; 1318 sayılı Finansman Kanununun 1’inci maddesi uyarınca bir aracın taşıt alım vergisine tabi olabilmesi için, her ne şekilde olursa olsun iktisap edilmesi, yurt dışında iktisap edilerek Türkiye’ye ithal edilmesi veya vekaletname ile tasarruf hakkının devralınması gerektiği, finansal kiralamalarda, kiralanan taşıtların mülkiyeti değil, zilyetliği kiracıya devredildiğinden, olayda, 1318 sayılı Kanunun öngördüğü anlamda bir iktisaptan söz edilemeyeceği; diğer yandan, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesindeki koşullar olayda gerçekleşmediğinden, davacının bu yöndeki isteminde isabet görülmediği gerekçesiyle, dava konusu işlemin iptaline, yasal faize hükmedilmesi isteminin ise 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığı gerekçesiyle, reddine karar vermiştir.
Tarafların temyiz istemini inceleyen Danıştay Yedinci Dairesi 24.2.2005 günlü ve E: 2001/1208, K: 2005/239 sayılı Kararıyla; davalı idarenin temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü iddiaların mahkeme kararının iptale ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği, davacının temyiz istemi yönünden; 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinin 3’üncü fıkrasında, ikmalen, re’sen veya idarece yapılan tarhiyatlarda; dava konusu yapılmaksızın kesinleşen vergiler ile dava konusu yapılan vergilerin ödeme yapılmamış kısmına ne şekilde gecikme faizi uygulanacağının belirlendiği; 4’üncü fıkrasında, fazla veya yersiz olarak tahsil edilen veya vergi kanunları uyarınca iadesi gereken vergilerin, ilgili mevzuatı gereğince mükellef tarafından tamamlanması gereken bilgi ve belgelerin tamamlandığı tarihi takip eden üç ay içinde iade edilmemesi halinde, bu tutarlara üç aylık sürenin sonundan itibaren, düzeltme fişinin mükellefe tebliğ edildiği tarihe kadar geçen süre için, aynı dönemde 6183 sayılı Kanuna göre belirlenen tecil faizi oranında hesaplanan faizin, 120’nci madde hükümlerine göre ret ve iadesi gereken vergi ile birlikte mükellefe ödeneceğinin hükme bağlandığı, ekonomilerde bir değişim vasıtası olan paranın, sahibine yarar sağlayan bir ekonomik değer olduğu, paranın sahibi dışında kalanlarca kullanılması halinde bu yarardan mahrum kalınması yanında, yüksek enflasyon etkisinde olan ekonomilerde, enflasyon oranı ölçüsünde paranın alım gücünü yitireceği, Anayasa Mahkemesinin 15.12.1998 gün ve E: 1997/34; K:1998/79 sayılı Kararında da enflasyonun ve buna bağlı olarak oluşan döviz kuru, mevduat faizi, Hazine bonosu ve Devlet tahvili faizi oranlarının yüksekliğinin, borçlunun yararlanması, alacaklının ise zarara uğraması sonucunu doğurduğu, hukuk sistemlerinde paranın sahibinden başkası tarafından kullanılmasının neden olduğu bu zararın, “faiz” adı altında yapılan ek ödemelerle karşılanmakta olduğu, Anayasa Mahkemesinin 21.9.1988 gün ve E: 1988/7; K: 1988/27 sayılı Kararında, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinde öngörülen “gecikme faizi” ile ilgili olarak yapmış olduğu nitelemenin de bu yolda olduğu, bu açıklamalara göre; faizin, paranın sahibinden başkası tarafından kullanılmasının sahibine vermiş olduğu zararın karşılığı; yani, “tazminat” olduğu, sözkonusu zararın, vergilendirme işlemlerinde, Devlet yönünden, vergi mükelleflerinin vergi ödevlerini zamanında ve gereği gibi yerine getirmemeleri sebebiyle verginin zamanında tahakkuk ettirilememesi; mükellefler yönünden ise, Devletin hukuka aykırı olarak yapmış olduğu vergilendirme işlemlerine dayanarak vergi tahsilatında bulunması halinde doğduğu, Hukuk devletlerinde, açıklanan nitelikteki bir zararın faiz yada başka bir ad altında ödenecek tazminatla karşılanabilmesi için, açık yasa hükmü aranmasının düşünülemeyeceği, aksine anlayışın; Anayasanın 125’inci maddesinin son fıkrasında yer alan, “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür” amir hükmü ile bağdaştırılamayacağı, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun yukarıda sözü edilen 112’nci maddesinin 3 ve 4’üncü fıkralarında öngörülen düzenlemelerin de, Anayasaya ve Hukuk Devleti İlkesine aykırılığı açıklanan söz konusu anlayışa hukuki dayanak olamayacağı, “İdari Rejim”i kabul eden hukuk sistemlerinde, idarenin hukuka aykırı işlem ve eylemlerinden dolayı idare edilenlerin uğrayacakları her türlü zararın tazmininin, “İdarenin Sorumluluğu” ile ilgili kurallarca sağlanacağı, idarenin hukuka aykırı işlem ve eylemlerinin hizmet kusuru oluşturduğu ve bu işlem ve eylemlerden doğan zararların, idare tarafından, kusurlu sorumluluk esaslarına göre tazmin edilmesinin, Danıştayın öteden beri istikrarlı biçimde uygulanan içtihadı olduğu, hizmet kusuru oluşturacak hukuka aykırı vergilendirme işlemlerinden vergi mükellefleri için doğan zararların, işlemi yapan vergi idaresi tarafından karşılanmasının, açıklanan anayasal kuralın ve Hukuk Devleti İlkesinin gereği olduğu, olayda; davacının ihtirazi kaydının, davalı Vergi İdaresince, benzer davalarda istikrarlı biçimde verilen Danıştay Kararları da gözardı edilerek, kabul edilmediği, bu şekilde yapılan tahakkukun Kanuna aykırılığının, temyize konu kararın vergi aslına ilişkin hüküm fıkrasıyla kesinlik kazanmış bulunduğu, Vergi İdaresince bu şekilde gerçekleştirilen hukuka aykırılığın hizmet kusuru niteliğinde olması nedeniyle davalı idarenin, hukuka aykırı vergilendirme ve tahsil işlemleriyle davacıya vermiş olduğu maddi zararı karşılamasının zorunlu olduğu; Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinin 3’üncü fıkrasında, gecikme faizi adı altında ek ödeme öngörüldüğü, gecikme faizinin ilgili dönemlerde miktarını belirleyen zararın, hukuka aykırı olarak yapılan vergi tahsilatlarında, aynen mükellef içinde söz konusu olduğundan, hukuka aykırı olarak tahsil edilen vergiler dolayısıyla vergi idareleri tarafından mükelleflere ödenecek maddi tazminatın miktarının, davadaki istemde gözetilerek, anılan gecikme faizinin oranına göre, hukuka aykırı olarak tahsil edilen verginin Devlet Hazinesinde kaldığı süre için hesaplanacak miktar kadar olmasının da, Anayasada öngörülen eşitlik ve adalet ilkelerinin gereği olduğu gerekçesiyle, mahkeme kararının faiz isteminin reddine ilişkin hüküm fıkrasını bozmuştur.
Bozma kararına uymayan ....... 9. Vergi Mahkemesi 26.10.2005 günlü ve E: 2005/1811, K: 2005/1707 sayılı Kararıyla; yasal faiz isteminin reddi yolundaki hüküm fıkrasında ısrar etmiştir.
Israr kararı yükümlü tarafından temyiz edilmiş; davalı idarece, aynı konuda istikrarlı olarak verilen mahkeme kararları ve Danıştay Kararları gözardı edilerek, hukuka aykırı biçimde vergi tahakkuk ve tahsil edilmesinin açık hizmet kusuru oluşturduğu, bu nedenle faiz ödenmesinin hukuk devleti ilkesinin gereği olduğu ileri sürülerek kararın bozulması istenmiştir.
Kararın Özeti: Davacı kurum tarafından, finansal kiralama yoluyla ithal edilen uçak dolayısıyla vergi dairesince taşıt alım vergisi tahsil edilmesi yolunda tesis edilen işlemin iptali ve ödenen tutarın tahsil tarihinden itibaren yasal faiziyle iadesi istemiyle açılan davada, yasal faize hükmedilmesi isteminin reddi yolundaki vergi mahkemesi ısrar kararı temyiz edilmektedir. 213 sayılı Vergi Usul Kanununun “özel ödeme zamanları” başlıklı 112’nci maddesinin (4) işaretli fıkrasında, fazla veya yersiz olarak tahsil edilen veya vergi kanunları uyarınca iadesi gereken vergilerin, ilgili mevzuatı gereğince mükellef tarafından tamamlanması gereken bilgi ve belgelerin tamamlandığı tarihi takip eden üç ay içinde iade edilmemesi halinde, bu tutarlara üç aylık sürenin sonundan itibaren düzeltme fişinin mükellefe tebliğ edildiği tarihe kadar geçen süre için aynı dönemde 6183 sayılı Kanuna göre belirlenen tecil faizi oranında hesaplanan faizin, 120’nci madde hükümlerine göre ret ve iadesi gereken vergi ile birlikte mükellefe ödeneceği düzenlemesine yer verilmiştir.
Anılan bent mevzuatımıza 4369 sayılı Kanunun 2’nci maddesiyle eklenmiş ve 01.01.1999 tarihi itibarıyla yürürlüğe girmiş olup, 4369 sayılı Kanunun 2’nci maddesinin gerekçesinde; bu madde ile fazla ve yersiz tahsil edilen veya kanun gereği iadesi gereken vergilerin mükellefe ret ve iadesinde mükellef hukukunun gözetilmesi, enflasyonist etkilerin mükellefin alacağında yaratacağı aşınmanın giderilmesi ve idarece yapılacak haklı ve yasal iade işlemlerinde gereksiz zaman kaybının önlenebilmesi amacıyla düzenlemeler yapıldığı açıklanmıştır.
Dava dosyasının incelenmesinden, yatırım teşvik belgesi kapsamında ....... Leasing Limited Şirketinden finansal kiralama sözleşmesi ile on yıl süreli olarak geçici ithali yapılan bir adet uçak dolayısıyla, kiralamanın 1318 sayılı Taşıt Alım Vergisi Kanununun 1’inci maddesi kapsamında iktisap niteliğinde olduğu kabul edilmek suretiyle taşıt alım vergisi ödenmesinin istenmesi üzerine, davacı şirket tarafından, yerleşik yargı içtihatları ve Danıştay Yedinci Dairesince verilen 7.12.1994 günlü ve E: 1992/7705, K: 1994/6093 sayılı ve ...... 9. Vergi Mahkemesince verilen 07.06.1991 tarih ve E: 1990/833, K: 1991/1068 sayılı Kararlar emsal gösterilmek suretiyle, finansal kiralama yoluyla yurda getirilen uçaklarda taşıt alım vergisi ödenmemesi gerektiği, Ulaştırma Bakanlığı Sivil Havacılık Genel Müdürlüğünce de sözkonusu uçağın kiralandığının kabul ve tescil edildiği belirtilerek, taşıt alım vergisinin, yasal faiziyle birlikte geri alma hakkı saklı tutularak ihtirazi kayıt ile ödendiği, daha sonra yasal faiziyle birlikte iadesine karar verilmesi istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Yargı kararlarına uymak ve bu kararlara uygun işlem tesis etmek durumunda olan idarenin, söz konusu yargı içtihadı ve ihtirazi kayda rağmen tahsil etmiş olduğu taşıt alım vergisini iade etmesi yasal olarak zorunludur. Nitekim, vergi mahkemesi tarafından da uyuşmazlık, finansal kiralama kapsamında yapılan geçici ithal işleminin taşıt alım vergisine tabi olmadığı doğrultusunda karara bağlanmış ve kararın bu kısmı Danıştay Yedinci Dairesinin 24.02.2005 gün ve E: 2001/1208, K: 2005/239 sayılı Kararı ile onanarak kesinleşmiştir.
Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinin 4’üncü fıkrasına göre, fazla veya yersiz olarak tahsil edilen vergilerin mükellef tarafından tamamlanması gereken bilgi ve belgelerin tamamlandığı tarihi takip eden üç ay içinde iadesi ve bu sürenin sonundan itibaren düzeltme fişinin mükellefe tebliğ edildiği tarihe kadar geçen süre için kanunda öngörülen şekilde faiz hesaplanarak iadesi gereken vergi ile birlikte ödenmesi gerekmekte olup, istikrar kazanmış yargı içtihatları sebebiyle, finansal kiralama yoluyla geçici ithali yapılan uçak için taşıt alım vergisi ödeme yükümlülüğü bulunmayan davacı şirketin bütün bu bilgileri idareye vererek ihtirazi kayıtla ödediği verginin tahsil tarihi, aynı zamanda vergi idaresinin iade yükümlülüğünün doğduğu tarih olacağından, anılan madde hükmünün davacı hakkında uygulanması gerekmektedir.
Bu durumda, ihtirazi kayıtla yapılan ödeme tarihinden sonraki üç ayın sonundan itibaren Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinin 4’üncü fıkrasına göre hesaplanacak faizin tahsil edilmiş vergi ile birlikte davacıya iadesi gerektiğinden, aksi yolda verilen direnme kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, yükümlü temyiz isteminin kabulü ile vergi mahkemesi ısrar kararının bozulmasına, gerekçe ve esasta oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY: Temyiz başvurusu; davacı Kurumca, finansal kiralama yoluyla ithal edilen uçak dolayısıyla ihtirazi kayıtla verilen beyannameye dayanılarak yapılan taşıt alım vergisi tahakkukunun iptali ile yasal faize hükmedilmesi istemiyle açılan davada, dava konusu tahakkuk işleminin iptaline; yasal faiz isteminin ise, reddine hükmeden vergi mahkemesi kararının, faize ilişkin hüküm fıkrasının Danıştay Yedinci Dairesince bozulması üzerine, Mahkemece, bu karara direnilmesi (ısrar edilmesi) yolunda verilen kararın bozulması istemine ilişkindir.
Temyize konu kararda, ayrıca gerekçe gösterilmeksizin, ilk karara gönderme yapılmış bulunduğundan; Mahkemenin, bozma kararına, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinin 4’üncü fıkrasının olaya uygulanamayacağı ve vergi idareleri tarafından hukuka aykırı biçimde tahsil edilen verginin mükellefine iadesi sırasında faiz ödenmesini gerekli kılan bir yasa hükmünün olmadığı gerekçesiyle direndiği anlaşılmaktadır.
Sözü edilen 112’nci maddeye 4369 sayılı Kanunla eklenen ve Gelir Vergisi Kanununun 121’inci maddesinde olduğu gibi fazla tahsil edilmesi ve vergi hatası içeren vergilerde olduğu gibi yersiz alınması nedenleriyle; katma değer vergisi iadesinde olduğu gibi kanun gereği olarak geri verilmesi gereken ve ilgilisince gerekli belgeler tamamlanarak yapılan müracaat üzerine, vergi dairesince uyuşmazlık çıkarılmaksızın, ancak (üç ay) gecikilerek ödenen vergiler için, üç aylık sürenin dolum tarihinden itibaren, Vergi Usul Kanununun “Vergi Hatalarını Düzeltme ve Reddiyat” başlıklı bölümünde yer alan 120’nci madde uyarınca düzenlenecek düzeltme fişinin ilgilisine tebliği tarihine kadar, tecil faizi oranında (koşullu) faiz hesaplanarak ödenmesini öngören 4’üncü fıkrasının, idarenin verginin yersiz alındığını kabul etmediği ve uyuşmazlık çıkardığı olayda uygulanması hukuken olanaklı bulunmamaktadır. Bu bakımdan; vergi mahkemesinin anılan gerekçesinde hukuka aykırılık yoktur. Esasen; davacı, faiz talebini, anılan fıkra hükmüne dayandırmış olmadığı gibi; Danıştay Yedinci Dairesinin Kararında da, uyuşmazlık, bu fıkra hükmüne dayanılarak çözülmüş değildir. Dolayısıyla; Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesini, olayla ilgisi olmayan, 4’üncü fıkrası hükmünün davada uygulanamayacağı konusunda, Mahkeme ile Uzman Daire arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Mahkeme ile Uzman Daire arasındaki uyuşmazlık, hukuka aykırılığı sebebiyle yargı yerince iptal olunan vergilendirme işlemine dayanılarak tahsil olunan verginin geri verilmesi sırasında, tahsil edildiği tarihten geri verileceği tarihe kadar faiz hesaplanmasının, bir yasa hükmü olmaksızın olanaklı bulunup bulunmadığına ilişkindir.
Ekonomilerde bir değişim vasıtası olan para, çeşitli ticari, sınai, zirai vs. faaliyetlerde kullanılmakla, sahibine, kazanç, kira, nema vs. adları altında kimi yararlar sağlayan ekonomik bir değerdir. Paranın, sahibi dışındaki kişi ve kuruluşlarca kullanılması, sahibinin bu ekonomik değerden mahrum bırakılması sonucunu yaratması yanında, enflasyon etkisinde olan ekonomilerde, paranın değerini, yani alım gücünü enflasyon oranına bağlı olarak yitirmesine neden olur. Anayasa Mahkemesinin 26.11.1999 gün ve 23888 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 15.12.1998 gün ve E: 1997/34; K: 1998/79 sayılı Kararında da belirtildiği gibi; enflasyon ve buna bağlı olarak oluşan döviz kuru, mevduat faizi, Hazine bonosu ve Devlet tahvili faizi oranlarının yüksekliği, borçlunun yararlanması, alacaklının ise zarara uğraması sonucunu doğurmaktadır. Hukuk sistemlerinde paranın sahibinden başkası tarafından kullanılmasının neden olduğu bu zarar, “faiz” adı altında yapılan ek ödemelerle karşılanmaktadır. Anayasa Mahkemesinin 21.09.1988 gün ve E: 1988/7; K: 1988/27 sayılı Kararında, Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinde öngörülen “gecikme faizi” ile ilgili olarak yapmış olduğu niteleme de bu yoldadır.
Dahası; İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Birinci Dairesi de, 9 Mart 2006 gün ve 100162/02 sayılı Eko-Elda Avee/Yunanistan Kararında, vergi olarak haksız tahsil edilen ve beş yıl beş ay sonra geri verilen meblağdan yararlanma hakkından uzunca süre mahrum kalınmasının, ilgilinin mali durumunda önemli ve kesin zararlara neden olduğunu; bu durumun da, 1 no.lu Protokolün 1’inci maddesini ihlal ettiğini kabul etmiştir.
Avrupa Mahkemesi, anılan kararında, genel yarar ile kişi yararı arasında olması gereken dengeyi bozduğunu söylediği söz konusu zararın tazminine, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 44’üncü maddesinin 2’nci fıkrasına dayanarak karar vermiş; tazminatın hesabına da, ölçü olarak gecikme faizi oranını esas almıştır.
Görüldüğü üzere; gerek İç Hukukta, gerekse Uluslararası Hukukta, faizin hukuki nitelemesi; amacı, paranın sahibinden başkası tarafından kullanılmasının sahibine vermiş olduğu zararın giderilmesi olan, “tazminat”tır. Söz konusu zarar, vergilendirme işlemlerinde, Devlet yönünden, vergi mükelleflerinin vergi ödevlerini zamanında ve gereği gibi yerine getirmemeleri sebebiyle verginin zamanında tahakkuk ettirilememesi; mükellefler yönünden ise, Devletin hukuka aykırı olarak yapmış olduğu vergilendirme işlemlerine dayanarak vergi tahsilatında bulunması halinde doğmaktadır.
Avrupa Mahkemesinin, zararın tazminine hükmederken, uluslararası Sözleşme hükmüne dayanması doğaldır. İç hukukta, idarenin hukuka aykırı faaliyetleri dolayısıyla idare edilenlerin uğradığı benzer zararların tazmini; Adli Rejimi kabul eden ülkelerde, özel hukuk kurallarına; İdari Rejimi kabul eden ülkelerde ise, İdare Hukukunun idari yargı yerlerince geliştirilen idarenin sorumluluğuna ilişkin ilkelerine dayanılarak sağlanır. Dahası; söz konusu zararların tazmini, hukuk devleti olma niteliğinin olmazsa olmaz koşuludur. “İdari Rejimi” kabul eden Hukuk Sistemimizde, idarenin hukuka aykırı işlem ve eylemlerinden dolayı idare edilenlerin uğrayacakları her türlü zararın tazmini için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 12 ve 13’üncü maddeleri uyarınca açılacak idari davada, “idarenin sorumluluğu” ile ilgili kurallara dayanılması yeterlidir. İdari Yargı, idare edilenlerin söz konusu zararlarının tazminine hükmederken, kusurlu ve kusursuz sorumluluk ilkelerinden oluşan bu kurallar dışında, herhangi bir açık yasa hükmüne dayanmak zorunda değildir. Esasen; hukuk devletlerinde, açıklanan nitelikteki zararların faiz ya da başka bir ad altında ödenecek tazminatla karşılanabilmesi için, açık yasa hükmü aranması da düşünülemez. Aksine anlayış; Devletin ve ona bağlı idarenin eylem ve işlemlerinden doğan her türlü zararın tazmini için de, açık yasa hükmü aranması sonucuna götürür ki; böyle bir anlayış, İç Hukukumuzda, Anayasanın 125’inci maddesinin son fıkrasında yer alan, “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” amir hükmü ile bağdaştırılamaz. 213 sayılı Vergi Usul Kanununun yukarıda sözü edilen 112’nci maddesinde, ikmalen, re’sen ve idarece tarh olunan vergiler için gecikme faizi öngören ve amacı, normal vadesinde tahsil edemediği vergiler dolayısıyla uğramış olduğu zararını, yargı yerinin hukuki yardımını istemeye gerek olmaksızın, kamu gücü kullanarak, bizzat, giderme olanağı sağlamak olan düzenlemede, Anayasaya ve Hukuk Devleti İlkesine aykırılığı açıklanan söz konusu anlayışa hukuki dayanak olamaz.
İdarenin hukuka aykırı işlem ve eylemlerinin hizmet kusuru oluşturacağı ve bu işlem eylemlerden doğan zararların, idare tarafından, kusurlu sorumluluk esaslarına göre tazmin edileceği, Danıştayın öteden beri istikrarlı biçimde uygulana gelen içtihadıdır. Vergi idareleri de, kuruluş, görev ve yetkileri bakımından birer kamu idaresidir. Anılan içtihad karşısında, hizmet kusuru oluşturacak hukuka aykırı vergilendirme işlemlerinden vergi mükellefleri için doğan zararların, işlemi yapan vergi idaresi tarafından karşılanması, açıklanan anayasal kuralın ve Hukuk Devleti İlkesinin gereğidir.
Olayda; davacının ihtirazi kaydı, davalı Vergi İdaresince, benzer davalarda istikrarlı biçimde verilen Danıştay Kararları da gözardı edilerek, kabul edilmemiştir. Bu şekilde yapılan tahakkukun Kanuna aykırılığı, temyize konu kararın vergi aslına ilişkin hüküm fıkrasıyla kesinlik kazanmış bulunmaktadır. Vergi İdaresince bu şekilde gerçekleştirilen hukuka aykırılık, yukarıda açıklandığı üzere bir hizmet kusurudur. Dolayısıyla; davalı İdarenin, hukuka aykırı vergilendirme ve tahsil işlemleriyle davacıya vermiş olduğu maddi zararı karşılaması zorunludur.
Yukarıda açıklandığı üzere; Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinin 3’üncü fıkrasında, Devletin, ikmalen, re’sen ve idarece yapılan tarhiyatlara konu vergileri normal vade tarihinde tahsil edememiş olması sebebiyle uğradığı zararı karşılayan gecikme faizi altında ek ödeme öngörülmüştür. Gecikme faizinin ilgili dönemlerde miktarını belirleyen zarar, hukuka aykırı olarak yapılan vergi tahsilatlarında, aynen mükellef içinde sözkonusudur. O halde; hukuka aykırı olarak tahsil edilen vergiler dolayısıyla vergi idareleri tarafından mükelleflere ödenecek maddi tazminatın miktarının, davadaki istem de gözetilerek, anılan gecikme faizinin oranına göre, hukuka aykırı olarak tahsil edilen verginin devlet Hazinesinde kaldığı süre için hesaplanacak miktar kadar olması da, Anayasada öngörülen eşitlik ve adalet ilkelerinin gereğidir.
Açıklanan bu nedenlerle; Anayasanın 125’inci maddesi ile İdari Hukukunun idarenin sorumluluğuna ilişkin ilkelerine aykırılığı açık bulunan direnme kararının, bu gerekçe ile bozulması gerektiği oyu ile, Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinin, olayla ilgili bulunmayan, 4’üncü fıkrası hükmüne dayanılarak bozulması yolundaki kararın gerekçesine katılmıyoruz.
KARŞI OY: X- Vergi yasalarının ne şekilde uygulanması gerektiğini düzenleyen Vergi Usul Kanununun 3’üncü maddesi; sözel yönüyle yeterince açık olmayan hallerde hükümlerin, kanunun yapısındaki yeri; diğer hükümlerle olan bağlantısı ve öngörülüş amacı gözetilerek yorumlanması ve uygulanmasını kurala bağlamıştır.
Vergi Usul Kanununa 4369 sayılı Yasanın 2’nci maddesiyle eklenen (4) işaretli bentte; fazla veya yersiz tahsil edildiği yahut mevzuatı gereğince iadesi gereken vergilerin, ibrazı aranan belgelerin tamamladığı tarihi izleyen üç ay içinde iade edilmemesi halinde, düzeltme fişinin tebliğ tarihi ile üç aylık sürenin bittiği tarih arasındaki süre için temerrüt nedeniyle faiz uygulanması öngörülmüştür.
Belirtilen düzenlemenin yargısal başvuruya konu yapılmış işlemler hakkında verilen yargı kararları uyarınca yapılması gereken iadelerle hiçbir ilgisi bulunmadığı; 4369 sayılı Yasa ile yapılan bu düzenlemeyi içeren tasarının, Plan ve Bütçe Komisyonu ile TBMM Genel Kuruluna sunuluşu sırasında bu düzenlemenin; mahkeme kararları uyarınca yapılacak iadelerle bir irtibatının bulunmadığı, kesinleşen kararlar üzerine idarelerce yapılacak vergi iadelerinin 2577 sayılı Yasanın 28’inci maddesi uyarınca yapılacağı belirtilmek suretiyle, vergi yargısına intikal ettirilmeyip, yükümlülerden haksız veya yersiz alındığı yahut vergi yasaları uyarınca iadesi gerektiği için yapılacak vergi iadelerini kapsamak üzere öngörüldüğü gerekçesinde de açıkça ifade edilen 112’nci maddenin (4) işaretli bendinin, yasa yapıcının amacı dışında yorumlanarak uygulanması, yorum sınırlarının aşılması sonucunu doğurmuştur. İncelenen davanın konusu, tazmin borcu doğurabilecek olan bir miktar paranın tasarrufundan yoksun bırakılmaktan dolayı bir tazminat isteğine de ilişkin değildir. Dava, taşıt alım vergisini çekince ile ödeyerek, tahakkuk eden bu vergiye karşı açılan davada verilen tahakkukun kaldırılması yolundaki karar gereğince iadesi gereken verginin yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır. Vergi mahkemesince verilen tahakkukun kaldırılması yolundaki karar, 2577 sayılı Yasanın 28’inci maddesi ve Anayasadan dolayı yerine getirilmesinden kaçınılamayacak yargı kararıdır. Bu karar gereğinin yerine getirilmesi için vergi idaresine hiçbir başka belge ibrazı gerekmediği gibi vergi idaresine üç ay gibi bir süre tanınması da söz konusu edilemez.
Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinin 4’üncü bendinin, sözü ve öngörülüş amacına aykırı olarak yorumlanması suretiyle verilen bozma kararına yukarıda belirtilen nedenlerle katılmamıza olanak bulunmadığıdan ve temyiz isteminin reddi gerektiği görüşünde olduğumuzdan Kurulca verilen karara katılmıyoruz.