<CENTER>DANIŞTAY KARARI

DANIŞTAY
</CENTER>


Danıştay İdari Dava
Daireleri Kurulu
Karar Tarihi : 23.06.2006
Esas No : 2006/871
Karar No : 2006/759
Konusu : Davacının, bir banka şubesinde bulunan hesaplarının üçüncü kişilere açıklanması nedeniyle sorumlular hakkında işlem yapılması ve Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulması talebiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin “dava konusu edilebilecek nitelikte bir idari işlem” olmadığı; ceza kovuşturması açılması için kurumun Cumhuriyet Savcılığına başvurması ya da başvurmamasının ceza yargılaması alanını ilgilendirdiği Hk.
Davanın Özeti:
Davacının bir banka şubesinde bulunan hesaplarının üçüncü kişilere açıklanması nedeniyle sorumlular hakkında işlem yapılması ve Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulması istemiyle yaptığı başvurunun ve itirazın reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada; ...... 8. İdare Mahkemesince, Danıştay Onüçüncü Dairesinin 12.04.2005 günlü, E: 2005/1283, K: 2005/1949 sayılı bozma Kararına uyulmayarak dava konusu işlemin iptali yolundaki ilk kararında ısrar edilmesine ilişkin 28.09.2005 günlü, E: 2005/1796, K: 2005/1285 sayılı Kararı, davalı idare temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.
Kararın Özeti: Dava; davacının bir banka şubesinde bulunan hesaplarının üçüncü kişilere açıklanması nedeniyle sorumlular hakkında işlem yapılması ve Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulması istemiyle yaptığı başvurunun ve itirazın reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
....... 8. İdare Mahkemesinin 22.04.2004 günlü, E: 2003/300, K: 2004/602 sayılı Kararıyla; olayda, davacıya ait banka sırlarının 4389 sayılı Kanunun 22’nci maddesinin 8’inci ve 9’uncu fıkralarına aykırı bir şekilde üçüncü kişilere ifşa edildiğinin tartışmasız olduğu, söz konusu olayın meydana gelmesinde ilgililerin kastının bulunup-bulunmadığı ve suçun manevi unsurlarının oluşup-oluşmadığı konusunda takdir yetkisinin bilgi ve belgelere göre şikayetin ve kovuşturmanın yapılacağı Cumhuriyet Başsavcılığı ve dava açılması halinde davaya bakacak olan mahkemeye ait bulunduğu, davacıya ait hesapların talimatına rağmen babası da olsa üçüncü kişilere bildirilmesinde kusurlu bulunan banka personelinin suç kastı ile hareket etmediği ve suçun manevi unsurları oluşmadığından bahisle suç duyurusunda bulunulması istemiyle yapılan başvuru ve itirazın reddine ilişkin işlemde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle işlemin iptaline karar verilmiştir.
Bu karar temyiz incelemesi sonucunda, Danıştay Onüçüncü Dairesinin 12.04. 2005 günlü, E: 2005/1283, K: 2005/1949 sayılı Kararıyla; dava konusu işlemin 2577 sayılı Yasada öngörülen anlamda davacının hukuki durumunu değiştiren kesin ve yürütülmesi zorunlu, dava konusu edilebilecek nitelikte bir idari işlem olmadığı, bu itibarla, davanın 2577 sayılı Yasanın 14/3-(d) ve 15/1-(b) maddeleri uyarınca incelenmeksizin reddedilmesi gerekirken, uyuşmazlığın esasının incelenmesi suretiyle verilen kararın hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle bozulmuştur.
......... 8. İdare Mahkemesi, 28.09.2005 günlü, E: 2005/1796, K: 2005/1285 sayılı Kararıyla; dava konusu işlemin iptali yolundaki ilk kararında ısrar etmiştir.
Davalı idare, ortada idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem bulunmadığını, bankacılık sektörüne ilişkin kanuna aykırılıkların tespitini en iyi şekilde yapacak kuruluş olarak gerekli incelemeyi yaparak bir karar aldıklarını ileri sürerek idare mahkemesi kararını temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu hükümleri gereğince, idari yargı yerlerinde ancak idare tarafından tek yanlı irade açıklaması ile tesis edilen, başka bir makamın onayına gerek kalmadan ilgililerin hukuki durumlarında değişiklik yapabilen kesin ve yürütülmesi zorunlu idari işlemlerin iptali istemiyle dava açılabilmektedir.
Uyuşmaklık konusu olayda, ilgili yasal düzenleme de dikkate alınarak iptali istenilen işlemin dava konusu edilebilecek nitelikte bir işlem olup olmadığının tartışılması gerekmektedir.
4389 sayılı Bankalar Kanununun 22’nci maddesinin işlem tarihinde yürürlükte bulunan 8’inci fıkrasında, “8-Bankaların mensupları ve diğer görevlileri, sıfat ve görevleri dolayısıyla öğrendikleri bankalara veya müşterilerine ait sırları bu konuda kanunen açıkca yetkili kılınan mercilerden başkasına açıklayamazlar. Bu yükümlülük görevden ayrılmalarından sonrada devam eder. Bu madde hükmüne aykırı davrandığı tespit edilen kişiler için bir yıldan üç yıla kadar ağır hapis ve bir milyar liradan az olmamak üzere ağır para cezasına hükmolunur....” kuralına yer verilmiştir.
Aynı Kanunun işlem tarihinde yürürlükte bulunan 24’üncü maddesinin 1’inci fıkrasında da; “Bu Kanunda belirtilen cezalara ilişkin suçlardan dolayı kovuşturma yapılması Kurumun Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı başvuruda bulunmasına bağlıdır. Bu başvuru ile Kurum aynı zamanda müdahil sıfatını kazanır.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, davacının kendisine ait banka hesap numaralarının babasına bildirildiğinden bahisle ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulması istemiyle yaptığı başvurusunun davalı idarece, suç duyurusunda bulunulmasını gerektiren bir hususun bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmesi üzerine bu işlemin iptali istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Mevzuatın ve olayın birlikte değerlendirilmesinden, davacının başvurusuyla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturma yapılabilmesi için Kurumun yazılı başvuruda bulunmasının gerektiği sonucuna varılmaktadır. Kurumun, Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunması, ceza kovuşturmasının başlangıcını oluşturacak nitelikte bir işlemdir. Dolayısıyla, bir suç isnadının söz konusu olduğu durumda, kovuşturma yapılabilmesi için başvuruda bulunulup bulunulmaması, ceza yargılamasını etkileyen takdir yetkisinin kullanılmasıdır. Yetkili makam takdir yetkisini kullanırken isnadın niteliğini, kanıtların mevcudiyetini ve hukuken geçerliliğini gözönünde bulundurmaktadır.
Diğer yandan, davalı idarenin kovuşturma yapılması için Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı başvuruda bulunulmamasına ilişkin işlemin yargısal denetime konu edilmesi, idari yargılama süreci içinde bazı sorunlara neden olabilir. Mahkemece verilen iptal kararının temyizen incelenmesi aşamasında bozulması ya da sonraki yargı sürecinde farklı bir sonuca ulaşılması halinde, Mahkeme kararı üzerine başlatılan kovuşturmanın veya kovuşturma sonucu açılan kamu davasının sona erdirilmesi olanaksızdır. Başka bir ifade ile ceza yargılamasının görev alanına giren sürecin, idari yargı kararı ile durdurulması ve geri çekilmesi hukuken mümkün değildir.
Bu durumda, kovuşturma açılması için Kurumun Cumhuriyet Başsavcılığına başvurması ya da başvurmaması ceza yargılaması alanını ilgilendirmekte olup, davacının başvurusunun reddine ilişkin işlemin “dava konusu edilebilecek nitelikte bir idari işlem” olmadığı sonucuna varılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulü ile idare mahkemesi kararının bozulmasına, dosyanın adı geçen idare mahkemesine gönderilmesine oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY: 4389 sayılı Bankalar Kanununun 22’nci maddesinin işlem tarihinde yürürlükte bulunan 8’inci fıkrasında, bankaların mensupları ve diğer görevlilerinin, sıfat ve görevleri dolayısıyla öğrendikleri bankalara ve müşterilerine ait sırları yetkili mercilerden başkasına açıklayamayacakları, bu madde hükmüne aykırı davrandığı tespit edilen kişiler için bir yıldan üç yıla kadar ağır hapis ve bir milyar liradan az olmamak üzere ağır para cezasına hükmolunacağı; aynı Kanunun 24’üncü maddesinin 1’inci fıkrasında ise, belirtilen cezayla ilgili suçtan dolayı kovuşturma yapılmasının Kurumun Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı başvuruda bulunmasına bağlı olduğu belirtilmiştir.
Anılan yasal düzenleme ile belirtilen suçtan dolayı ilgililer hakkında kovuşturma yapılabilmesi davalı idarenin başvurusuna bağlı kılınmıştır.
Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36’ncı maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı kimliğiyle sav ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiş, 125’inci maddesinde; idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu hükmüne yer verilmiştir.
Anayasanın 36’ncı maddesinde yer verilen sav ve savunma hakkı, birbirini tamamlamakta ve birbirinden ayrılması olanaksız niteliğiyle hak arama özgürlüğünün temelini oluşturur. Önemi nedeniyle hak arama özgürlüğü, yalnız toplumsal barışı güçlendiren dayanaklardan biri değil, aynı zamanda bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Çağdaş bir hukuk düzeninde bu hakkın kullanılması yerine getirilmesi olabildiğince kolaylaştırılmalı, olumlu ya da olumsuz sonuç almayı geciktiren, güçlendiren elgeller kaldırılmalıdır.
Anayasanın yukarıda yer verilen hükümleri, hukuk devletinin vazgeçilmez ilkelerinden olan ve uluslararası hukuk kuralları ile ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınan “hak arama özgürlüğü”, “adil yargılanma hakkı” ve “mahkemeye başvuru hakkı” ilkeleri ile doğrudan ilgili olup; Anayasada bu hükümlere yer verilerek anılan temel haklara anayasal bir değer yüklenmiştir.
Buna göre tarafsızlığı ve bağımsızlığından kuşku duyulmayacak şekilde oluşturulmuş bir mahkemeye başvuru olanağının tanınmadığı bir idari rejimin adil yargılanma ilkesine uygun olmayacağı kuşkusuzdur.
Diğer yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2’nci maddesinde, idari işlemlere karşı yetki, şekil, neden, konu ve amaç yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.
İdari işlem, idari makamların kamu gücü ve kudreti ile hareket ederek, kamu hukuku alanında yaptığı tek yanlı ve kesin, doğrudan uygulanabilir işlemdir. İdari işlemin en belirgin özelliği, ilgilinin isteğine bağlı olmaksızın, idarenin tek yanlı iradesi ile ilgilinin hukuksal durumuna etki yapabilmesidir.
İdarenin, kişilerle olan ilişkilerinde sahip olduğu kamu gücü ve kudretini yanına alarak hareket etme üstünlük ve ayrıcalığı karşısında, kişilerin sahip olduğu tek güvence “etkin bir yargısal denetimin varlığı”dır.
Olayda, davacının kendisine ait banka hesap numaralarının babasına bildirildiğinden bahisle ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulması istemiyle yaptığı başvurusunun reddedilmesine ilişkin işlemin, davalı idarece kamu gücü kullanılarak takdir yetkisi içinde tesis edilmesi ve hukuksal sonuç doğurması nedeniyle tüm unsurları ile bir idari işlem olduğu, başka bir idari birim veya yargı mercii tarafından incelenmesinin mümkün olmadığı ve bu nitelikte bir işleme karşı yargı yolunu kapatan bir yasa hükmü bulunmadığı dikkate alındığında, Anayasanın 36’ncı maddesinde öngörülen “hak arama özgürlüğü” ve 125’inci maddesinde öngörülen “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu” ilkeleri uyarınca işlemin idari yargıda dava konusu edilebileceği tabiidir.
Açıklanan nedenle, İdare Mahkemesince, bozma kararına uyulmayarak davanın esasının incelenmesi yolunda verilen ısrar kararı hukuka uygun bulunduğundan, 28.09.2005 günlü, E: 2005/1796, K: 2005/1285 sayılı ısrar hükmünün onanması, ancak uyuşmazlığın esası ile ilgili olarak temyiz incelemesi yapan Dairesince bir karar verilmemiş olduğundan, bu konuda inceleme yapılmak üzere dosyanın görevli Danıştay Onüçüncü Dairesine gönderilmesi gerektiği oyuyla, karara karşıyız.