Ödeme emrinde yeniden düzenleme gereği


HUKUKA GÖRE / Dr. A. Bumin Doğrusöz


abumin@e-kolay.net





Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 54. maddesine göre ödeme süresi içinde ödenmeyen kamu alacakları alacaklı idarece cebren tahsil olunur. Cebren tahsilin başlangıç aşaması ise, aynı kanunun 55. maddesine göre, borçlulara 7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları gereğini içeren bir "ödeme emri"nin tebliğ olunmasıdır.


Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, hiç şüphesiz bu idari işlem aleyhine idari yargıda (vergi mahkemelerinde iptal davası) açabilir. Ancak cebri tahsil aşamasının borcun kesinleşmesinden sonra gelmesi sebebiyle, açılacak böyle bir davada borçlunun savunma araçları kısıtlıdır. Borçlunun böyle bir davada ileri sürebileceği def'ileri, kanunun 58. maddesinden hareketle şöyle sıralayabiliriz.


- Borcun daha önce (nakden veya mahsuben olmak üzere) tamamen veya kısmen ödendiği


- Borcun vadesinin henüz gelmediği


- Borcun zamanaşımına uğradığı


- Borcun terkin edildiği


- Tahakkuk etmiş bir borcun bulunmadığı


- Tahakkuk için gerekli tebligatların hiç yapılmadığı veya usulünce yapılmadığı


Ödeme emirlerine karşı açılacak davalarda, dava açma süresi 6183 sayılı kanunda özel olarak düzenlenmiştir. Bu düzenleme özel hüküm niteliği taşıdığından İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 30 günlük genel dava açma süresi uygulanmaz. Dolayısıyla ödeme emirlerine karşı açılacak davalarda süre, tebliğ tarihinden itibaren 7 gündür. Ancak bu sürenin kısalığı uygulamada pek çok soruna yol açmaktadır.


Her şeyden önce sürenin kısalığı davaların yanlış açılmalarına yol açmaktadır. Örneğin üç yıl ile ilgili olarak düzenlenen KDV ve kurumlar vergisi alacaklarına ilişkin ödeme emirleri için ortak dava açılmaktadır. Davaların yanlış açılması bazen davanın reddi suretiyle hak kaybına yol açtığı gibi, bazen de -örneğimizdeki gibi hallerde- 30 gün içinde yeniden dava açılması hakkını veren dilekçe ret kararları ile sonuçlanmaktadır. Bu da davanın süresini daha başlangıçta ortalama 50 gün uzatmaktadır. Bazen mükellefler, çok sayıda ödeme emrine karşı süresinde dilekçe hazırlayamayacaklarından veya gerekli delilleri bu sürede oluşturamadıklarından, kasten bu yola gitmekte ve bu yolla zaman kazanmaktadırlar. Her ne kadar mükellefler kendileri açılarından haklı görülseler de, ortaya çıkan sonuç kanunun dolanılmasıdır.


Bence mükellefleri hem hak kayıplarından kurtarmak hem de bu yollara gitmek zorunda bırakmamak için, ödeme emirlerine karşı açılacak davalarda, dava açma süresini uzatmakta yarar vardır.


Öte yandan söz konusu 58. maddenin değiştirilmesi zorunlu bir başka hükmü de, yargı mercilerini 7 gün içinde karar vermek zorunda bırakan hükümdür. Aslında bu hükmün uygulanmasına, hukuken ve fiilen olanak yoktur. Zira İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda yer alan cevap ve cevaba cevap süreleri, duruşma için davet süresi gibi düzenlemeler, böyle bir davanın 7 gün içinde bitmesine elvermemektedir. Uygulanma olanağı olmayan hükümleri kanunlarda tutmak, herhangi bir anlam ifade etmediği gibi, hukuka saygıyı da yok etmektedir.


Ödeme emri aleyhine açılacak davalarla ilgili olarak düzenlenmesi gereken bir konu da, haksız çıkma tazminatı ile ilgilidir. Kanunun 58. maddesine göre, "itirazında tamamen veya kısmen haksız çıkan borçludan, hakkındaki itirazın reddolunduğu miktardaki âmme alacağı %10 zamla tahsil edilir." Bu zamma uygulamada verilen genel ad, "haksız çıkma tazminatı"dır. Haksız çıkma tazminatı, ödeme emri aleyhine dava açan hemen herkese, idare tarafından davanın aleyhine sonuçlandığı tutar üzerinden uygulanmaktadır. Üstelik içtihatlara göre bu tazminatın istenebilmesi için Vergi Mahkemesi kararının kesinleşmesinin gerekmesine rağmen, idare bunu dahi beklememektedir. Haksız çıkma tazminatı bu günkü hali ile ve kanaatimizce Anayasa'ya aykırıdır. Zira gerek düzenleme gerekse uygulama haksız çıkma tazminatını, dava açmanın cezası haline getirmiş ve söz konusu tazminata kişileri yargı haklarını kullanmaktan caydırıcı bir işlev yüklemiştir. Yaptırımla karşılaşma riski ile kişilerin yargı haklarını kullanmamalarının özendirilmesi veya caydırılması ise, hukuk devletinin gerçekleşme aracı olan "idari işlemlerin yargı denetimine tabi olması" ilkesini zedeler.


Haksız çıkma tazminatının özel hukuk ve alacaklardaki izdüşümü icra inkar tazminatıdır. Ancak oradaki oran %10 değil, %40'tır. İcra hukukuna göre alacaklının yaptığı takibe borçlunun itirazı halinde, mahkeme (icra mahkemesi veya görevli adli mahkeme) tarafından borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, ret veya hükmolunan meblağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkûm edilir. (İcra İflas Kanunu madde 67, 68)


Kamu alacakları ile ilgili olarak 58. maddenin de benzeri şekilde olması gerektiğine inanıyoruz. Şöyle ki; bu tazminata ancak, borçlunun kötüniyetli olduğu hallerde ve davasının haksız olduğu durumlarda, borçlunun durumuna göre kanunda belirtilen üst sınıra kadar olmak kaydı ile hakim tarafından hükmedilmelidir. Hatta belki biraz da ileri giderek, hakime, idarenin haksız çıkması halinde idareyi de borçlu lehine aynı ödemeyi yapmaya mahkûm etme yetkisinin de tanınması gerektiği söylenebilir. Hem böylece idare, yapacağı inceleme ve takiplerde daha dikkatli olur.


Bu konuda düzenlenmesi gereken bir önemli konu da, yürütmenin durdurulması konusudur. 58. maddede yer alan "itirazda bulunan borçlu bu kanuna göre teminat gösterdiği takdirde takip muamelesi itirazlı borç miktarı için ve vergi mahkemesince bu hususta karar verilinceye kadar durdurulur" şeklindeki fıkradır. Bu fıkra, İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 27/3. maddesinde yer alan "(...) tahsilat işlemlerinden dolayı açılan davalar, tahsil işlemini durdurmaz. Bunlar hakkında yürütmenin durdurulması istenebilir" hükmü ile ilk bakışta çelişmektedir. Aslında burada mükellefin bir seçimlik hakkı söz konusudur. Mükellef, dilerse teminât vererek yargılamanın sonuna yürütmenin durdurulmasını idareden talep edebilir (ki idare bu durumda taleple bağlı olmak durumundadır); dilerse yargı mercilerinden yürütmenin durdurulmasını talep edebilir. Mükellefin yargı organından talep etmeyi tercih sebebi, ödeme emrinin özellikle açık hukuka aykırılık hallerinde olabilir. Zira yargı mercileri yürütmeyi durdurma kararını teminatsız olarak da verebilmektedir.


Bu yazımızda Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Kanun'un sadece bir maddesini ele aldık ve maddenin değiştirilmesi için pek çok sebep bulduk. Kanunda bunun gibi, değişim gereği gösteren, eşitlik ve adalete aykırı, idareye keyfi hareket yetkisi dahi veren, mükellef haklarına saygıyı içermeyen pek çok madde vardır. Bence vergi hukukunun genel kanunları olan Vergi Usul Kanunu'nun ve Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Kanunu'nun bir an önce gözden geçirilmesinde yarar vardır.