Oran indirimi ve yatırım indiriminin kaldırılması






<TABLE cellSpacing=0 cellPadding=0>
<T>
<TR>
<TD =date vAlign=top>08/12/2005 09:11:56</TD></TR></T></TABLE>


HUKUKA GÖRE / Dr. A. Bumin Doğrusöz


abumin@e-kolay.net





Geçtiğimiz günlerde Başbakan kendi parti grubunda yaptığı bir konuşmasında, önümüzdeki yıl uygulanacak vergi sistemine ve bu yolda yapılacak kanun değişikliklerine ilişkin ipuçlarını verdi. Bunların içerisinde gelir vergisi ile ilgili olarak öne çıkan noktalar, ücretlilerle diğer gelir unsuru sahiplerine farklı vergi tarifesi uygulamasına son verilmesi ve yeni tarifenin 5 puanlık bir indirim içermesi şeklindedir. Ayrıca yeni tarifede dilim sayısının da beşten dörde indirileceği de açıklandı.


Kurumlar vergisi ile ilgili olarak açıklanan husus ise, halen yüzde 30 olan vergi oranının yüzde 20'ye indirileceği şeklinde oluşmuştur.


Hem gelir hem de kurumlar vergisi mükelleflerini ortak olarak ilgilendiren açıklama ise, yatırım indirimin kaldırılacak olması.


Bu açıklama ile birlikte ve yetkililerce, kurumlar vergisindeki önemli ölçüde olduğu inkâr edilemeyecek oran ve dolayısıyla vergi yükü indirimi ile birlikte, kayıtdışı ekonominin azalacağı, mükelleflerin artık kayıt altındaki işlemleri tercih edeceği, sermaye birikiminin ve dolayısıyla yatırımların ve dolayısıyla istihdamın artacağı görüşü de savunuldu.


Bizde bu günkü yazımızda bu görüşleri değerlendirmek istiyoruz.


Önce, vergi oranı indirimi ile vergi gelirini artırmayı başaran bir ülke duymadık. Zira kayıt içine girme, sadece vergi oranının düşürülmesine veya vergi yükünün azaltılmasına bağlı değil. Burada, istihdam üzerindeki yükler gibi başkaca yükler de önemli olduğu gibi, güven ve istikrar unsurları da önem taşımakta. Hukuki istikrar ve hukuki güven ilkelerinin olmadığı, akşamdan sabaha vergi oranları ile oynandığı, mükelleflerin belirsizlik ortamında yüzdüğü, ileride bu oranların yeniden artmayacağı veya yeni bir ek verginin daha olmayacağının garantisinin bulunmadığı bir noktada, sırf vergi oranının düşmesi ile kayıt içine girmenin cazip hale geldiğini söylemek mümkün değildir.


Belirsizlik ortamı dedik. Örneğin gelecek yıl yürürlüğe girmesi öngörülen kurumlar vergisi daha yasama organına dahi sunulmadı, yeni gelir vergisi tarifesi belli değil, gelecek yıl finansal araçlara uygulanacak vergilendirme rejimine ilişkin ayrıntılı idari görüşler kesinleşmedi ve herkes bunları yeni mali yıla bir ya da iki gün kala öğrenebilecek. Geçmişte mükelleflere yıllarca Anayasa'ya aykırı cezalar kesildi. Şimdi bu cezaların ve yeni ceza rejiminin ne olacağı hâla belli değil. Hukuk devletinin vergi sisteminin her halde böyle olmaması gerekir.


Öte yandan düşük oranlı vergileme veya istisna çokluğu yoluyla sermaye birikimini sağlama politikaları, denenmiş politikalardır. Bunu Amerika'da Reagan, İngiltere'de Thatcher ve Türkiye'de Özal denedi. Hiçbiri başaramadı. üst düzey gelirlilerin ve kurumların ortalama vergi oranlarını aşağıya çeken vergi ayrıcalıkları yahut vergi yükü azaltmaları, uzun vadede yatırımları artırmadığı gibi, bunlardan beklenen vergi gelirlerinde de artışa yol açmadı. Mali yükleri azaltılan sermaye kesiminin tasarruf ve yatırım oranları artmadığı gibi, kamu kesiminin özel kesimce ikame edilmesi ve kamu kesiminin daraltılması gibi sonuçlar da elde edilemedi. Üstelik, şimdiki vergi oranı indirimlerinin kamuda yaratacağı gelir kaybı ile de kamçılanacağı gibi, sistemdeki dolaylı vergilerin ağırlığı dolaysız vergilerin aleyhine daha da artacaktır. Bunun anlamı ise adaletsiz vergilemenin yoğunlaşmasıdır. Anayasal ilkeleri olmayan, bünyesinde adalet gibi bir kayguyu taşımayan ve mali güç gibi ilkeleri göz ardı eden dolaylı vergileri esas alan bir sistemi başarılı bulmak, kanaatimce mümkün değildir.


Vergi yükü düşmemeli midir? Sistemin sermaye birikimine de hizmet etmesi gerekmez mi veya bir başka deyişle vergi yükünün kurumların tasarruf ve yatırım eğilimlerini teşvik etmesi gerekmez mi? Evet gerekir. Vergi sisteminin, sermaye birikimi sağlaması, tasarruf ve yatırım eğilimini teşvik etmesi gerekir. Bütün bunlara, katılmamak mümkün değildir.


Ancak bu maksatlarla vergi yükü azaltılıyorsa veya sistemde vergi ayrıcalıkları (istisnalar, muafiyetler veya indirimler) yaratmak yoluyla bu amaçlar gerçekleştirilmeye çalışılıyorsa, sistemin buna göre oluşturulması, başıboş bırakılmaması gerekir.


Geçmişte de yapılan en büyük hata budur.


Vergi indirimleri veya ayrıcalıkları ile sağlanacak sermaye birikiminin yatırımlara kanalize edilmesi, izlenmesi ve teşvik edilmesi gerekir. Yatırımların dışına çıkacak, istihdam olanakları yaratmayacak, kişisel servetlere aktarılarak özel harcamalarda veya kurumların lüks tüketimlerinde kullanılacak birikimlerin ise teşvik edilmemesi ve sağlanan vergisel kolaylıklardan yararlandırılmaması gerekir.


Yatırımları teşvik edecek araçlardan birisi de yatırım indirimidir. (Tek araç yatırım indirimi değildir, ancak önemli bir teşvik aracıdır).


Konuya, yukarıdaki görüşlerimiz açısından yaklaşıldığında, yatırım indiriminin kaldırılması, bir yanılgı gibi gözükmektedir.


Yatırım indirimi müessesesinin, yatırımlarda büyüklük, sektör, yöre gibi ayrım yapmaması, teşvik belgesi koşulunun kaldırılması, kanaatimce hep birer hatadır. Nihayet bence en büyük hata, 2003 yılında 4842 sayılı kanunla yapılan değişikliklerle yapılmış, 202 sayılı kanunla kurulan sistem terk edilerek, adeta her harcama teşvik edilir hale gelmiştir.


Şimdi ise bir başka büyük yanılgı, yatırım indirimi müessesesini kaldırmaktır. Ancak müesseseyi bu günkü hali ile muhafaza etmekte yanlış olacaktır. Bence en iyisi, bu müesseseyi amaca hizmet eden bir teşvik müessesesi şeklinde yeniden düzenleyerek muhafaza etmektir. Kurumlar vergisi oran indiriminin yaratacağı gelir kaybını, yatırım indirimini kaldırarak telafi etmeye çalışmak ise, bir hatadır.