Bugünü okumak ve anlamak


10/11/2005 08:55:56


BİZE GÖRE / Veysi Seviğ





İçinde bulunduğumuz yıldan yüzyıl önce Dördüncü Ordu'ya bağlı 30'uncu Süvari Alayı'nda göreve başlayan Mustafa Kemal Atatürk bu tarihten itibaren 1923 yılına kadar devamlı savaş yaşamı içersinde gençlik yıllarını geçirmiş, askeri okuldan itibaren 42 yaşına kadar tüm yaşamını bir ülkenin kurtuluşuna hasretmiştir. Yirmi dört yaşında kurmay yüzbaşı olarak başlayan zorlu savaş yaşamı; ülkenin kurtuluşuna ve Türkiye Cumhuriyeti'nin dünyaya kabul ettirilmesine, dolayısıyla tanınmasına kadar geçen bu süreç tam anlamı ile ulusal varlığa adanmış bir yaşamdır.


Dördüncü Ordu'nun 30'uncu Süvari Alayı'nın görev yeri, Şam'dır. M. Kemal ilk görev bölgesinde Suriye'yi baştan aşağı dolaşmıştı. Şamdan Selanik'teki 3. Ordu'ya atanana kadar geçen süre içerside birçok yeniliği gündeme getiren M. Kemal Atatürk, Selanik'te Makedonya ile yakından ilgilenmiştir.


1915 yılında Arıburnu, Anafartalar ve Ece Limanı bölgesindeki birliklerin komutanlığını üstlenen M. Kemal Atatürk, ünlü Çanakkale Zaferinin Türk milletine armağan edilmesini sağlamıştır.


Çanakkale savaşları hem Türk milletinin ve hem de M. Kemal Atatürk'ün yaşamında önemli bir dönem noktasıdır. Bir milletin dünyaya varlığını bu savaş kanıtlamış, "Çanakkale geçilmez" olmuştur. Bu zaferin hemen arkasından Osmanlı Sarayı bu askeri dehayı daha farklı görmeye başlamıştır.


M. Kemal'in Samsun'a gitmesi, Samsun'dan başlayarak Kurtuluş Savaşı'nın temellerini atması zannedildiği kadar kolay olmamıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalamayı ve bu parçalanmadan kendilerine toprak ayırımını düşünen istilacılar. M. Kemal'ın varlığından ve çalışmalarından devamlı rahatsız olmuşlar ve hatta kendi aralarında muhtemel gelişmeleri önleyebilmek için değişik yöntemlere başvurmuşlardır.


23 Nisan 1920'ye kadar süren hareketli yaşam, artık kendisini dünyaya da kabullendirmiştir. 29 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı seçilene kadar geçen fırtınalı yaşam; başlı başına mucizelerle dolu bir tarih oluşturma uğraşı olarak değerlendirilir.


1923 yılından 1938 yılına kadar geçen 15 yıllık süre içersinde genç Türkiye Cumhuriyeti'nin başta dünya çapında elde ettiği saygınlık yanında ülke çapında göstermiş bulunduğu gelişme kanımızca toplumbilimciler tarafından yeterince incelenememiştir.


1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti'nden yarı sömürgeleşmiş bir ekonomik yapı devralmıştır. Esasında tarıma dayanan Osmanlı ekonomisi, yaşanan uzun savaş süreci içersinde üretim gücünü kaybettiğinden zorlanır hale gelmiş, bu arada kapitülasyonlar ve dış borçlar genel Türk devletinin önünü adeta kesmeye başlamıştır.


Cumhuriyetin ilanından önce toplanan Birinci İktisat Kongresi'nde ulusal ekonomi politikalarının oluşturulmasına çalışılmıştır.


Bu aşamada ortaya çıkan milli sermaye yetersizliğini aşabilmek için yapılan girişimler ise dikkat çekicidir.


Çünkü "Milli inkişafların tarihinde en belli başlı amillerden olan millet sermayesinin teşekkül edememesi, tasarruf terbiyesinin halk arasında itiyat şeklinde yapılmamış olması ve halka bu emniyetin telkin edilememiş bulunması memleketimizin imarını senelerce geriye atmıştır."


1923 ile 1938 yılları arasında geçen süre içersinde Türkiye planlı dönem sürecine girmiştir.


1929 dünya ekonomik bunalımında yaşanan yıkımlar karşısında Türkiye'nin 30'lı yıllardan itibaren girdiği "planlı dönem" ülkenin istikrarlı bir ekonomik yapıya ulaşabilmek için yaptığı önemli bir atılımdır.


M. Kemal Atatürk, 15 yıllık süreç içersinde ülkemize sayısız yenilikleri kazandırırken, yabancı ülkeler nezdinde ülkemize kazandırmış olduğu ulusal saygınlık ise üzerinde durulması gereken en önemli konulardan birisi belki de başta gelen, tarihte eşine pek rastlanmamış bir oluşumdur.


57 yıllık yaşam sürecinin tam anlamı ile bir ulusa atanmasını simgeleyen bu serüvenin sahibi aynı zamanda varlığımızın teminatı ve koruyucusu olarak tarihteki yerini almıştır.


Dünya milletleri içersinde varlığını ulusuna benzer şekilde adayan bir lideri tarihte bulmak mümkün değildir. O'nu anlamak ve yaşatmak bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin görevidir.