07/11/2005 09:09:57


HUKUKA GÖRE / Dr. A. Bumin Doğrusöz


abumin@e-kolay.net





Yıllardır beyanname verme ve ödeme süreleri adeta herkesin kafasına kazınmışken, anlaşılamayan gerekçelerle, bu sürelerle sürekli oynamak birden moda haline geldi. Bu moda önce, gelir vergisinde yıllık beyanname verme süreleri ile ilgili olarak başladı.


Gelir vergisinde gelirleri kira gelirlerinden ibaret olanlarla, gelirleri sadece basit usulde ticari kazançlardan oluşanların beyanname verme ayları farklılaştırıldı. Ancak bu farklılaştırma başarılı olamadı. Zira, önce menkul sermaye iratlarının indirim oranının ancak ocak ayı içerisinde belli olması dolayısıyla bu iki iradı olanların, menkul sermaye iratlarını beyan edip etmeyeceklerini belirleme sıkıntısı, kira gelirlerinin hangi ay beyan edileceğini belirleme sorununu yarattı. Sonra mükelleflerce uyanıklık formülleri geliştirilerek, beyannamelere küçük bir alacak faizi eklemek suretiyle beyanlar yine martta yapılmaya başlandı. Bu defa 5035 sayılı kanunla, kira geliri elde edenlerin de mart (1-15 Mart arası) ayında beyanname vermeleri esası kabul edildi.


Yine 5035 sayılı kanunla, yıllardır mart ve nisan ayları ayları gelir ve kurumlar vergisi beyan ayı diye bilinirken, beyanname verme süreleri bu ayların 1 ilâ 15. günleri arasına sıkıştırıldı. Muhasebecilerin iki ayağı bir pabuca sokulmaya çalışıldı.


Aynı moda, muhtasar ve katma değer vergisi beyannamesinde de sürdü. Bu beyannamelerin verilme süreleri ve beyannameden doğan vergileri ödeme süreleri, önce 4842 sayılı kanunla, ilgili dönemi izleyen ayın 23. günü akşamı olarak belirlendi. Ancak 1.1.2004 tarihinde yürürlüğe girmesi öngörülen bu düzenleme, maalesef hayata geçemedi. Çünkü uygulamaya geçmeden yeniden değiştirildi. 5035 sayılı kanunla yapılan düzenlemeler sonucu bu beyannameleri verme süresi, beyannamelerden doğan vergileri ödeme süreleri de farklılaştırılmak suretiyle yeniden düzenlendi.


5035 sayılı kanun, bu beyannameleri düzenleyenlerin muhalefetine, TÜRMOB'un karşı çıkmasına rağmen, belki hayatlarında eline kalem alıp hiç beyanname düzenlememiş olanların ısrarı ile yasalaştı.


Yeni düzenlemeyle, söz konusu beyannamelerin verilme süresi, dönemi izleyen ayın 20. günü akşamı ve ödeme sürelerinin sonu da beyanname verilen ayın 26. günü olarak belirlendi. Ancak, kurumlar vergisine ilişkin muhtasar beyannamenin ödeme süresinin sonu farklılaştırılmadı ve beyan süresi ile sınırlı olarak kaldı. Dolayısıyla kurumlar vergisi muhtasar beyannamesinden doğan vergiler, kesintiyi izleyen ayın 20. günü akşamına kadar beyan edilerek ödenmek durumunda kaldı. Yasa maddesi sonradan yeniden düzenlendi.


Ancak muhtasar beyanname ile sadece gelir vergisi kesintileri beyan edilmemekte, ücretler üzerinden kesilen damga vergileri de beyan edilmekte ve bu beyannameye göre ödenmektedir. Bu nedenle, muhtasar beyannameden doğan vergilerin ödenme süresi, aynı zamanda damga vergisinin ödenme süresini de ilgilendirmektedir. Ancak 5035 sayılı kanunla muhtasar beyannamenin verilme ve ödeme süreleri düzenlenirken, damga verisine ilişkin bir düzenleme yapılmaması sebebiyle, damga vergisinin beyanname verilen ayın 20'si akşamına kadar ödenmesi gibi garip bir sonuç ortaya çıktı. Sorun yeniden yasa değişikliği ile giderildi.


Bu arada beyan sürelerinde yapılan bu değişikliklerin 2004 yılı Ocak ayında verilecek beyannameleri de kapsadığına ilişkin idari açıklamanın gecikmesi, önce zor durum açıklamasını, sonra sirküler düzenlemesini gerektirdi.


Aynı sıkıntı ve uzatmalar, geçici vergi konusunda da 2005 Şubat ayında da yaşandı. Çünkü geçici vergi beyannamesi verme süresi, 10 Şubat'ta dolmaktaydı. Şubat ayının ilk on gününün 6 gününün Kurban Bayramı tatil olması sebebiyle, muhasebecilere beyanname hazırlayacak gün kalmamaktaydı.


Bu günlerde aynı sorun Şeker Bayramı dolayısıyla geçici vergide ortaya çıkmış, sorun yeni bir sirkülerle aşılmaya çalışılmıştır. 10 Ekim günü dolan süre, 14 Ekim'e uzatılmıştır.


Zaten, yapılan değişikliklerden sonra, yasalarla belirlenmiş süreler çoğu zaman uygulanamamış ve sürekli sanal ortamda yayımlanan sirkülerlerle değiştirilmiş ve uzatılmıştır. Örneğin sanal olarak yayımlanan 38 gelir vergisi sirkülerinden 9 adedi, 19 kurumlar vergisi sirkülerinin 1 adedi, 33 adet KDV sirkülerinden 4 adedi, 15 damga vergisi sirkülerinin 7 adedi, beyan sürelerinin değiştirilmesi ile ilgilidir.


Her şeyden önce bu sirkülerler, sirküler müessesesinin Vergi Usul Kanunu'nun 413. maddesindeki ihdas amaç, işlev ve gerekçesine aykırıdır. Öte yandan beyan ve ödeme gibi mükellef hukukunu yakından ilgilendiren konuların, yayınlanmayan ve hukuken ilan olunmayan (web sayfasında yayın hukuken ilan değildir) düzenlemelerle oluşturulması da mümkün değildir.


Bütün bunlar, iki şeyi göstermektedir. Birincisi, yasaların özensiz hazırlandığıdır. Beyanname sürelerini değiştirenlerin, önlerine izleyen birkaç yılın takvimini açmadıklarını göstermektedir.


İkinci olarak ortaya çıkan sonuç, beyan ve ödeme sürelerinin bu derece karmaşık olması yerine, mümkün olduğunca akılda yer etmesi için, basitleştirilmesi gereğidir.


Şu andaki durum, beyan ve ödeme sürerinin hukuksallaştırılamadığını göstermektedir. Beyan süreleri, 5035 sayılı kanundan bu yana, Kanun değişiklikleri ile sirkülerlerle, genel yazılarla arapsaçına dönmüş ve muhasebeciler için adeta işkence haline gelmiştir. Her gün ortaya yeni bir süre, yeni bir usul çıkmaktadır.


Oysa beyan ve ödeme sürelerinin bu derece karmaşık olması yerine, mümkün olduğunca akılda yer etmesi için, basitleştirilmesi gerekir. Bu nedenle, hâlâ akıllarda ettiği yeri koruyan 5035 sayılı kanun öncesi sürelere dönülmesi yerinde olacaktır. Vergi yasaları gözden geçirilirken, bu konunun mutlaka değerlendirilmesi gerekmektedir.